Miyase Sertbarut

ARA ÂLEM Tarlakoz'un Tuzağı

Gökçe Ateş Aytuğ, Kasım 2015, İyi Kitap Dergisi, sayı: 78

Yaşam beş harf, ölüm dört. Onlarsa üç buçuk harfli… Geride yarım bıraktıkları, kopamadıkları şeyler var. Gitmek istemiyorlar ama Tarlakoz’dan kaçmak kolay değil.

                   

Çoğunlukla benzer konular etrafında şekillenen, alışılagelmiş “sıra dışı” kahramanlar ve serüvenlerden beslenen çocuk ve gençlik edebiyatının maceracı, cesur kalemlerinden biri Miyase Sertbarut. Farklı türlerde, hem çocuklar hem gençler için yazıyor. Kapiland’ın Kobayları, Sisin Sakladıkları, Çöp Plaza, Buz Bebekler gibi romanlarıyla zorlu kahramanlar seçmiş, el değmemiş meseleleri tartışmış, övgüler almıştı. Son kitabı Ara Âlem – Tarlakoz’un Tuzağı da, okurları yine bambaşka bir biçimde şaşırtacağa benzer.
Ara Âlem, fantastik bir macera serisi. İlk kitap Tarlakoz’un Tuzağı ile yaşam ile ölüm arasında bir yerde geziniyor, kahramanları tanıyor, Ara Âlem’i, üç buçukları keşfediyoruz. Kitap son derece çarpıcı, güçlü bir sahneyle açılıyor. Varlığından yayılan kokuyu silmek için mezarlıkta dolaşan bir kız, geceleyin mezarlıkta ağaç diplerini, çalı altlarını kazıyan bir oğlan ve kızın doğrudan seslenerek adeta yüzüne fener tuttuğu okuru sarıp sarmalayan tekinsiz hisler. Kim bu kız? Neden kokusunu silmek istiyor? Ya o oğlan, mezarlıkta ne arıyor?


Sayfalar ilerledikçe tüm sorularımız yanıtlanıyor elbette. Canan, erken ölmek istemezken, ortaokul diplomasını alamadan trafik kazasıyla yaşamını yitirmiş bir üç buçuk harfli. Üç buçuk harfliler, ne ölü ne de diri; çok istedikleri bir şeyi yapamadan ölmüş, içlerindeki bir şey tam olarak ölmeyince de Ara Âlem’de sıkışıp kalmışlar. Ara Âlem’in bekçisi Tarlakoz ise onları ölüm vadisine göndermek için pusu kuruyor, eninde sonunda hepsini bir bir enseleyip ebediyete teslim ediyor. Yani üç buçuk harfliler fani, Ara Âlem ise geçici. Fakat Canan bu yazgıya karşı koymaya çalışıyor. Niyeti gerçek anlamda ölmemek; öyle ya da böyle, hacimsiz, suretsiz bir üç buçuk harfli olarak da olsa varlığını sürdürmek istiyor. Bunun yolu ise Tarlakoz’dan kaçmaktan geçiyor. Öncelikle üç buçuk harflileri ele veren, çürük patatese benzer kokusunu silmesi gerekiyor Canan’ın. O nedenle mezarlıklarda geziniyor. Bir de Tarlakoz’un pusu kurabileceği yerlerden uzak durması ve bir diri ile iletişim kurup sesin enerjisi ile ona tutunabilmesi. İşte mezarlıktaki Kendal’la da yolu böylece kesişiyor. Kendal cesur bir oğlan, korkmuyor Canan’dan; hiç görmese de, neye benzediğini bilmese de onunla arkadaş oluyor, hatta ona sevdalanıyor.


Canan, Ara Âlem’de yalnız değil. Etrafında başka üç buçuk harfliler de var: Onunla birlikte terk edilmiş evde yaşamaya başlayan, kuş sevdalısı Sinan, sonradan aralarına katılan ama Ara Âlem’e bambaşka bir biçimde geçmiş olan Cihan ve Tarlakoz’dan kurtuluşu bir tabloya sığınmakta bulduğunu iddia eden örgü saçlı, mavi elbiseli kız. Hepsinin gayesi ortak ama olaylar öyle gelişiyor ki, Canan Tarlakoz’dan kurtulmak için arkadaşlarını ele verip vermemek arasında gidip geliyor, sonunda verdiği kararla da macera, bir sonraki kitapta devam etmek üzere yepyeni bir boyut kazanıyor.


Miyase Sertbarut, yer yer kahramanıyla okurunu karşı karşıya bıraktığı romanında fantastik bir macera anlatmanın yanı sıra, tıpkı diğer kitaplarındaki gibi insan benliğinin derinlerini kurcalayarak, iyilik-kötülük kavramlarını sorgulamış. Zaafları, hataları, hesaplaşmaları ile başkahraman Canan, bazen bile bile kötülük ediyor ve gizli saklı bırakmadan içini açtığı için, aklımızdan geçebilecekleri-geçenleri söze, eyleme döktüğü için, bir anlamda suçuna ortak ettiği okuru tedirgin ediyor. Hele Cihan’ı atlatıp oynadığı tehlikeli bir oyun var ki maceranın tadını da, seyir keyfini de ikiye katlıyor. Ardından zincirleme gelişen olayların neticesinde ise bize yeni kitapları merakla beklemek kalıyor.

 

Kategoriler