Miyase Sertbarut

ORTAK RUH

Kasım 2018, İyi Kitap Dergisi, Alev Karakartal

ZULÜM İLE ABAD OLUNMAZ

Miyase Sertbarut, son romanı Ortak Ruh’ ta zulüm görenin adalet arayışı, isyan ve intikamını, okurunun ıslık çalarak başka yerlere bakmasına izin vermeden hikâye ediyor.

“Dünya iyi bir gezegen olsun istiyorum. Bu da üzerinde yaşayanların iyi olmasıyla mümkün. İyi olmak, başkalarını tanımak ve anlamaktan geçiyor. Başkalarını ve kendimizi tanımanın en iyi yolu da okumak…. Romanlar, öyküler, masallar okuyan her çocuk kendini başkalarının yerine koyabilmeyi öğrenir. Doğuştan var olan bencilliği kitaplarla azalır. Bencil, kıskanç, hırçın, doyumsuz insanların çoğalmasını istemiyorum.”
Böyle diyor bir röportajında, çok kitaplı, çok ödüllü yazar Miyase Sertbarut. Çocuk kitaplarıyla haşır neşir olmanın nereden baktığınıza bağlı olarak iyi ve/veya kötü yanı çocukluğunuza, anayurdunuza zamansız, zeminsiz ve hazırlıksız dönüvermenizi sağlaması galiba. İşte, beni büyüten, yetiştiren babaannemin sesi yine kulaklarımda: “İyi bir insan ol çocuğum, e mi? Hiçbir şey yapmayarak iyi olunmaz, unutma, ama önce zarar verme. En çok da hayvanlara. Onlar Allahın kuyruklu melekleridir!” Küçük bir insan yavrusu olarak en güçsüz, en savunmasız hâlimle, ayaklarımı dayadığım boş duvarlara bakarak, benden ne tür bir iyilik hâli istendiğini, ne yapar, ne düşünür, nasıl olursam iyi bir insan olup onu memnun edeceğimi düşünüp durduğumu hatırlamam için yine birinin içinde kaybolmam gerekiyormuş.
İyi bir insan olmak ne demek bilmez çocuklar aslında. Tıpkı yemeyi, yürümeyi, okumayı öğrendikleri gibi merhamet, empati, şefkat, zayıf olanı korumak, kollamanın da kibir, benmerkezcilik, açgözlülük ve hırs gibi hikâyeye dair olduğunu yol aldıkça öğrenirler. Ham geldikleri dünyada pişmeleri için rehber arayan ruhları; ebeveynlerin, okulun, bir bütün olarak sistemin talim terbiyesinin köşeli kalıbında şekil alırken; bir hikâye anlatıcısının çıkıp mümkün olan başka dünyalara kazılacak tüneller için en elverişli alet edavatı, sesini de sözünü de sakınmadan ellerine tutuşturuverdiğinde misal. Çünkü çocuklar bilir, en çok kollanmadığınızda öğrenirsiniz.
Miyase Sertbarut, Tudem Yayınlarından çıkan son romanı Ortak Ruh’ta, zulüm görenin adalet arayışı, isyan ve intikamını, okurunun ıslık çalarak başka yerlere bakmasına izin vermeden hikâye ederken, tam da bunu yapıyor. Kollamıyor. Aç, susuz, ağırlığının onlarca katı yükü bir an dinlenmeden bir aşağı bir yukarı taşırken yığılan fayton atlarının, bir heves satın alındıktan sonra bıkılan ya da sırf şehir sokaklarında görmek istemediklerinden ormana bırakılan, dövüştürülen köpeklerin, vurulan yunusların, deney hayvanlarının, spor olsun diye avlanan tavşanların ve daha bir çoğunun gökyüzüne yükselen son nefeslerindeki öfke dolu moleküllerin birleşerek intikam almak üzere bulutlaştığına tanık oluyoruz önce. Sonra bu ruh bulutunun, ölümlerine neden olanların “sebebi” oluşuna. Roman, pek muhtemeldir ki “oh olsun”lar eşliğinde, mutlu “sayılabilecek” bir sona doğru ilerlerken, yazarın “like” ve “dislike”lar arasında, ormana bırakılan üç beş paket mamanın temizlemeye yettiği vicdanlarının derinlerde uğuldayan sesini, üzgün surat emojileriyle bastıranlara yönelik kehaneti buna izin vermiyor:
“Salondaki samimi tören sürerken gökyüzündeki ruh moleküllerinin oluşturduğu sis, bir yağmur bulutuna dönüştü. Geçici bir dönüşümdü bu, damlalara tutunup aşağıya inen moleküller bir süre sonra topraktan, ağaçlardan, hayvanların tüylerinden, burunlarındaki
ılık nefesten göğe yeniden yükselecekti.
Adaleti hatırlatmak için, suçun cezasız kalmayacağını insanların aklına kazımak için hazırda bekleyeceklerdi. İnsan, dünyada ruh taşıyan tek varlık değil, diyeceklerdi; acıyı, ölümü, anneliği, sevgiyi, sarılmayı, okşamayı bilen yalnızca insan değil, başkaları da var ve olmaya devam etmeliler, diyecekti…”
Yazdığı 30’u aşkın çocuk ve genç romanında hep yaptığı gibi Ortak Ruh’ta da hikâyesini sürükleyici bir polisiye macerası formatında anlatmış Sertbarut. Böylece çocukların hikâyeye daha kolay dâhil olduğunu söylüyor başka bir yerde. Haklı. Şu cümleleriyse çocuklar için yazmaya soyunanların kulağına kıymetli bir küpe gibi: “Çocuklar neden suya sabuna dokunan kitapları da okumasın ki? Bunları okuyunca anarşist mi olacaklar, melankolik mi olacaklar, depresyona mı girecekler? Hayır, yalnızca farkında olacaklar ve bir kitap okumuş olacaklar.” İyisi mi sevgili aileler ve öğretmenler, Ortak Ruh’u evlatlarınızla birlikte kendiniz için de okuyun. Sıkı bir ruh temizliğine
girişmek size de iyi gelecek, göreceksiniz.

                     

.........................

22 Kasım 2018, Dünya Kitap, Ayfer Gürdal Ünal

Miyase Sertbarut'un anlatısının çok net sezdirdiği ileti, bir canlıya zarar verdiğinde aslında kendine zarar veriyorsun. Bunu anlamak demek tüm canlılarla bir ve eşit olduğunu anlamak, ona göre davranmak demek.

"Doğayla savaş halindeyiz kazanırsak kaybederiz." Ünlü astrofizikçi Hubert Reeves'den bir alıntı Miyase Sertbarut'un yeni romanı Tudem'den çıkan Ortak Ruh'un epigrafı. Sisin Sakladıkları romanının kahramanları İlay ile Mavi Karga, bu yeni romanda yeni bir macera ile okurla buluşuyor.

Kanımca Sertbarut, yaşayan çocuk edebiyatı yazarları arasında toplumun vicdanını rahatsız eden konulara duyarlı yaklaşımı en güçlü olanlardan biri. Toplumsal vicdanın sesi olurken bunu hem hedef yaş grubu özelliklerine uygun bir biçimde yapıyor, hem de dil zevki yüksek anlatılar ortaya koyuyor. Duygusal ajitasyona mahal vermeden, sesi olmayanların sesi olabiliyor ve okura da sesi olmayanların yanında durabileceğini hatta durması gerektiğini sezdiriyor.

Ortak Ruh, 23 bölümden oluşan 199 sayfalık bir anlatı. Beşinci sınıftan itibaren okunabilir. Anlatının kahramanı İlay, bir öykü yarışmasına katılmayı planlamakta, ancak henüz ne yazacağını bilmemektedir. Öyküsünün başlığı Mavi Karga'nın Çığlığı hazırdır hazır olmasına da gerisi yoktur.

                 

Annesi, öykünün başlığını duyunca "Mavi Karga da fantastik bir karakter sanırım" der. İlay, annesine evet yanıtı verirken içinden "Sen öyle san" der. Mavi Karga'nın varlığından ne annesi ne de başka bir tek kişi haberdar olmalıdır. Teyzesi de sıkı sıkı tembihlemiştir. "Benden sonra o sana emanet; yalnızca seninle konuşacak, kimsenin haberi olmayacak. Eğer öğrenirlerse mavi karga yeteneklerini kaybeder."

İlay, bir taraftan sırrını saklar, bir taraftan öyküsüne ilham ararken, yoldan geçen bir atın nal sesleri eşliğinde uykuya dalıverir. O, rahat uykusunda uyurken ismi Fırtına olan o atın son soluğunu vereceğini nereden bilebilir? Fırtına'nın sahibi Mecit'in ata etmediği eziyet kalmamış, uyarıların hepsini hiçe saymış, atı bazen aç bazen susuz bırakmıştır.

Sonunda Fırtına, iki yıllık köleliğine ölerek karşı çıkmıştır. Fırtına'nın son soluğu gökyüzüne doğru yükselirken, içinde barındırdığı ruh molekülü bir göze dönüşmeye başlar. Eklentisi olacağı ana parçaya doğru süzülürken yeryüzünde olanları görür ve çok uzaklarda kalan faytoncu Mecit'in "Belediye kaldırsın ölüsünü, ben uğraşamam" dediğini duyar.

"Ödeteceğiz" dedi ruh molekülü, dünya üzerinde olmayan bir dille. Öyle bir dildi ki bu yalnız mitolojik yaratıklar anlayabilirdi.

Anlatı, okuru bir intikama doğru hazırlarken merak duygusunu da iyice kabartır. Mavi Karga konuşur mu, ruh molekülü nasıl göze dönüşüp nasıl bir şeye eklendi? İlay, nasıl bir öykü yazacak?

İkinci bölümde okur, İlay'ın doktor annesi Nilgün Hanım'ın orman köpeklerini besleyen bir grubun üyesi olduğunu anlar. İlay ile annesinin ormanda yaşayan köpekleri besleme ziyaretine eşlik ederken, ormana atılmış hayvanları, bir ay sevilip terk edilen garipleri, ormandaki tüm köpeklerin lideri olan Alfa'nın öyküsünü öğrenir. Alfa'nın öyküsü de yürek yakan cinsti. Bir domuz avı sırasında sahibinin tüfeğinden çıkan saçmalarla yaralanmış, ancak insafsız sahibi tedavi yolu arayacağına "yaşamaz bu" deyip çekip gitmişti. Yaşamıştı işte, kimi zaman kendi yarasını yalayarak, kimi zaman da yaşlı bir köpeğin yarasını yalamasına izin vererek. Yaşamakla kalmamış, ormanda yaşayan tüm köpeklerin de lideri olmuştu.

Bir yürek yakan öykü de tavuk çiftliğinde bekçi köpeği iken hırsızların verdiği ilaçlı eti yediği için çiftliği koruyamayan Yako'yu ve Yako'yu ormana atmak üzere olan babasına boşuna yalvaran Yusuf'un öyküsü idi. Yako'yu ormana fırlatıp atan çiftlik sahibi geri dönüp arabasını park ettiğinde, tam eve doğru yönelirken, nereden çıktığı belli olmayan bir bulut belirdi. Yusuf, onu dev bir köpeğe benzetti. Sanki babasının "yaşlandı bu" dediği kangala benziyordu. Babası elinde tüfekle kangalı almış, ormana gitmiş ve köpeksiz dönmüştü.

Yusuf, sis bulutunu köpeğe benzetirken bulutun içinden babasının çığlığı yükseldi: "Yusuf yardım et! Bu köpek beni öldürecek!" Yusuf hamle etti etmesine de elleri bir türlü pamuk gibi gözüken bulutun içine girmiyordu. 3 dakika sonra bulut tanımsız biçimde yok olduğunda babası hiç kıpırdamadan boylu boyunca yerde felç yatıyordu. Bu hastanın kaldırıldığı hastane, İlay'ın annesinin çalıştığı hastaneydi ve bu garip vakayı çözmesi gereken de Nilgün Hanım idi. Anlatının bundan sonrasında felç vakaları artacak. Nilgün Hanım ne yaparsa yapsın hastalar iyileşmeyecekti. Üstelik hastalar arasında garip bir benzerlik vardı. Örneğin, Tekirdağ'da kumsalda gövdesinde kurşun yarası olan ölü yunus bulunmasından bir süre sonra, Nilgün Hanım'ın koğuşuna 2 balıkçı getirildi. Bir deniz görmüştü yunus şeklinde bulutun balıkçıların teknesini içine aldığını. İkisi de felçti hastaneye getirildiklerinde, nedeni bilinmiyordu.

Olaylar bu şekilde gelişirken yazar küçük küçük eleştirilerle okuru bilinçlendirmeye çalışıyor. İlay'ın arkadaşı Fuat'ın dilinden "İnsan, vahşi hayvanların yüzde seksenini, bitkilerin yarısını yok etti ama aç gözlülüğü bitmedi" eleştirisi örneklerden biri. Örneğin, yunusları kıyıya sürükleyen denizin dilinden "Alın marifetinizi izleyin biraz, demek isterdi dili olsaydı. Ama insanların arsızlığıyla çoğu zaman baş edemezdi" eleştirisi bir ikinci örnek.

İlerleyen bölümlerde Mavi Karga'nın rolü artıyor. Hayvanlarla insanlar arasında köprü kuruyor. Ortak Ruh'a insanların mesajlarını iletmekte yardımcı oluyor. Felçler geri döndürülebilecek mi? Hangi şartlar sağlanacak da bu dönüşüm olacak? İnsanlar hayvanlara yaptıkları zulmü kavrayıp pişman olacaklar mı? Bu soruların yanıtları bu sürükleyici ve yaratıcı anlatıyı okuyanlar bulacak.

Anlatının çok net sezdirdiği ileti, bir canlıya zarar verdiğinde aslında kendine zarar veriyorsun. Bunu anlamak demek tüm canlılarla bir ve eşit olduğunu anlamak, ona göre davranmak demek. Ne çok kat edilecek yol var ülkemizde ve dünyada. Çünkü insanoğlu bir türlü bizi birbirimize bağlayan görülmez ipleri idrak edemiyor. Miyase Sertbarut'un kaleminden ifadesi şöyle:

"İnsan dünyada ruh taşıyan tek varlık değil, diyeceklerdi; acıyı, ölümü, anneliği, sevgiyi, sarılmayı, okşamayı bilen yalnızca insan değil, başkaları da var ve olmaya devam etmeliler, diyeceklerdi. İki ayağının üzerine kalkmış olması,ellerini ve zekâsını daha çok kullanıyor olması, bir dil geliştirmiş olması insanı bütün canlıların en üstünü yapmaz, diyeceklerdi. Bir zamanlar bu gezegende henüz insan var olmamışken canlılık çok daha fazlaydı, dünya çok daha güzeldi, insan bunu idrak edemezse zekâsı elinde bir bomba gibi patlayacak, diyeceklerdi."

Güçlü, güncel ve duyarlı bir ekolojik eleştiri anlatısı yaratmış Sertbarut. Çeşitli açılardan ele alınabilir. Doğrusu gönlüm bu kitapla çalışan öğretmenin sınıf içi münazara yöntemi ile ana temaları işlemesini arzu etti. Kim bilir ne zevkli bir ön hazırlık dönemi ve münazara günü olur?

Kategoriler