Miyase Sertbarut

SINAVSIZ HAVA SAHASI Okullarda Tiyatro

Pek çok okulda başarıyla sahnelenen bu tiyatro oyununu siz de okulunuzda sahneleyebilirsiniz. Yazarından izin almanıza gerek yoktur. Yalnızca oyun duyurularında, afişlerde, davetiyelerde yazarın adını - Miyase Sertbarut - belirtmeniz onu mutlu eder. 

Türkçe öğretmenleri, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenleri kendi okullarına ve öğrencilerin yaş grubuna göre uygun değişiklikler yapabilir. (oyuncunun cinsiyeti, cümle sadeleştirme, bölüm eksiltme vb.)

Bunun dışındaki profesyonel tiyatro grupları yazarla iletişim kurmak zorundadır.

Miyase Sertbarut                

miyases@gmail.com

Akşehir Hacı Sıddıka Baysal Fen Lisesi

"Akşehir Hacı Sıddıka Baysal Fen Lisesi"

SINAVSIZ HAVA SAHASI

Yazan: Miyase Sertbarut

 Bu oyun İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının “Tiyatro Okullarda” yarışmasında mansiyon ödülü almıştır.

 

Liseler ve İlköğretim II. Kademe için

TEK PERDELİK OYUN

(7 Sahne)

 

KİŞİLER:

Öğretmen (Erkek)

Melek (Süslü, Saf öğrenci)

Kağan (Alaycı öğrenci)

Sinan (Şairane, Filozof öğrenci)

Emre (Protestocu öğrenci)

Burak (Tembel öğrenci)

Leyla (Atak öğrenci)

Polis Memuru (Erkek)

Komiser (Erkek)

Babaanne (80 yaşlarında)

 

  1. SAHNE

(Melek, Kağan, Sinan, Emre, Burak, Leyla, Öğretmen

Sınıf ortamı. 3 sıraya 2’şer öğrenci oturmuş. Tekli sehpalı sandalye de olabilir. Öğrenciler önlerindeki sınav kağıdıyla uğraşmakta. Öğretmen sık sık elindeki kronometreye bakar. Bitiş saniyesi yaklaşırken tetikte, yay gibi durur. Süre dolunca. Yüksek sesle bağırır.)

ÖĞRETMEN:  Tamam! Süre doldu arkadaşlar. Kalemlerinizi bırakın. Evet bırakın, bırakın…

MELEK: (safça)  Nereye bırakalım hocam?

(Sınıf güler.)

ÖĞRETMEN:  Melek, bu da soru mu kızım?

KAĞAN:  Adından belli değil mi hocam? Melek o, melek!

ÖĞRETMEN:  Karışma sen!

MELEK: Geçen sınavda kalemlerimizi sıranın üzerine bırakmamızı söylemiştiniz. Ama şimdi öyle demediniz.

ÖĞRETMEN: Tamam işte, ne değişti ki? Geçen sefer sıranın üzerine bırakın dediysem, şimdi de aynı şey.

MELEK:  Ama sınav soruları aynı değil ki hocam.

ÖĞRETMEN:  Tamam çocuğum. Geçen sınavdan farklı sorular sorduğum soruları cevaplamak amacıyla kullandığın kurşun kalemini kendi sıranın üzerine koyabilirsin. Oldu mu?

MELEK:  Ama cümle çok uzun öğretmenim, anlamadım.

ÖĞRETMEN: (Sinirle öğrencinin kalemini çekip alır.) Ver şu lanet olası kalemi! Nelerle uğraşıyoruz yahu! Topluyorum kağıtları. Hadi bırakın, topluyorum!

(Burak hâlâ cevap kağıdını işaretlemeye çalışır. Öğretmen kağıdı çekip alır.)

ÖĞRETMEN: Sınav boyunca bir şey yapmadın Burak, şimdi mi kafan çalışmaya başladı?

BURAK:  Ben dizel motor gibiyim hocam. Geç ısınıyorum ne yapayım?

ÖĞRETMEN:  LPG’ye geç o zaman, hem daha ucuz.

MELEK:  (Safça)  LPG mi, bu da yeni bir sınav mı? Açılımı ne?

LEYLA: (Alaylı)  Evet yeni bir sınav LPGS. Lüleburgaz Parklarını Genişletme Sınavı.

MELEK:   Bize ne canım Lüleburgaz parklarından… Ben girmem o sınava.

KAĞAN:  (Alaylı)   Ama zorunluymuş, herkes girecek.

ÖĞRETMEN:   Kesin artık şamatayı. Sinan, bu kağıt neden boş?

SİNAN: (Gayet rahat ve derin bir anlam içeriyor gibi ağır ağır konuşur.) Boş değil öğretmenim.

ÖĞRETMEN: (Kağıdı havada sallar.) Boş işte… Görünmez kalem mi kullandın?

MELEK: (Kalemi incelemek için Sinan’a doğru atılır.) Görünmez kalem mi? Bakabilir miyim? Lütfen ama, lütfen…

 (Leyla onu çekerek sırasına oturtur.)

SİNAN:  O kağıt boş değil öğretmenim. Gören gözler için hiçbir şey boş değil! Asıl anlam boşluktadır. Boşluk varlığın kaynağı ve eylem alanıdır.

ÖĞRETMEN:  Haklısın evladım. Ben de sana o anlamı görebilmen için, içi boş bir rakam yazayım şuraya. Sen bu yuvarlağın içinde neler görürsün neler…

EMRE: Bizimle alay etmeyin hocam!

ÖĞRETMEN: Sana ne oluyor Emre? Kağıdı boş veren biri kendini ciddiye almıyor demektir! Kendini ciddiye almayanı ben hiç ciddiye almam.

EMRE: Sizi veya sınavı protesto ediyordur belki. Sinan doğru söylüyor. O boşluğun anlamı var ve bence bu isyandır. Sınavlara isyan.

ÖĞRETMEN: Bu boşluğun anlamı bence bilgisizliktir! Sizin yaptığınız da gevezelik.

SİNAN: Emre’nin beni savunması hoşuma gitti, ama işin doğrusu ne isyan ne bilgisizlik hocam.

MELEK: Ne peki? Gerçekten görünmez kalemle mi işaretledin? Ben de bayılırım yeni çıkan kırtasiyelere.

(Sınıf güler.)

SİNAN: Hayır tatlı ve cici arkadaşım. Seni avutan son moda kırtasiye malzemeleri beni avutmaz.

EMRE: (Melek’e) Eğitimin makyaj malzemeleridir renkli kırtasiyeler. Simli, kokulu silgilerle sınav canavarının iğrenç kokusunu bastırmaya çalışıyorlar. Ama sen ve senin gibi cici çocuklar, burunlarını, gözlerini ve kulaklarını bu malzemelerle tıkadıkları için hiçbir şeyin farkında değilsiniz.

MELEK: (Ağlamaya başlar.)

SİNAN: (Ayağa kalkar, Melek’in başına dikilir.)  Fantastik defterler alıyorsun da ne oluyor? İçini yine dört seçenekli beş seçenekli yanıtları olan sorularla doldurmuyor musun? Oysa fantazyanın dört beş seçenekli karşılığı olamaz.

EMRE:  Asla silmeyen küçücük yaldızlı silgiler alıyorsun. Hangi yanlışı sildin onlarla bugüne kadar. Şuna bak, kaleminin ucuna hala pembe ayıcık takıyorsun. Oysa gerçek ayılar üstümüze basıyor ve canımızı çıkarıyorlar, sen de sevimli kırtasiye ayıcıklarınla pembe bir alemde yaşıyorsun.

MELEK: (Ağlamaklı)  Beni günah kedisi yaptınız ya…

ÖĞRETMEN:  Günah kedisi değil yavrum, günah keçisi.

MELEK:  Ne fark eder? İkisi de saçma. Keçiler de kediler de günah işlemez zaten.

ÖĞRETMEN:  Konuyu saptırma, atasözleri ve deyimler kalıplaşmış halleriyle kullanılır. Bir sözcük yerine başka bir sözcük kullanamazsın.

SİNAN:  Hah! İşte ben de bunun için mutsuzum hocam. Çünkü varlığımı bu sorularla ve bu soruların yanıtlarıyla kanıtlayamam. Bize sürekli kalıplar öğretiyorsunuz. Benim varoluşum içimden geldiği gibi davranırsam ortaya çıkar. Beni ben yapan ne bu sorular, ne ezberlenmiş yanıtlardır. Ben kendimi arıyorum, ama sizin çizdiğiniz yolda ne kendimi bulurum ne kendime benzeyeni. Her yıl eylül ayında sokakların kurşun kalem koktuğu söylenir ya doğru, ama kalem değil kurşun kokusudur bu. Çünkü bizi öldürüyorsunuz öğretmenim.

ÖĞRETMEN:  Sen en iyisi tuvalete kadar git oğlum, yüzünü soğuk suyla yıka, kendine gelirsin.

(Sinan, hülyalı bir biçimde sınıftan çıkar.)

EMRE:  Arkadaşımızı çok doğru bir yere yönlendirdiniz hocam. Sınavsız girilen tek yer orası çünkü.

ÖĞRETMEN:  Sen bu sınavlara karşı çıkıyorsun ama, hepimizin başında aynı dert. Ben de KPDS’ye hazırlanmalıyım şu sıralar.

MELEK:  KPDS mi, durun ben tahmin edeyim açılımını? Kastamonu Parklarını Değiştirme Sınavı.  Doğru mu hocam?

ÖĞRETMEN: (Alaylı)  Evet çocuğum, aferin. Ben Kastamonuluyum, oraya belediye başkanı olmaya karar verdim.

MELEK:  Aaa bizi bırakıp gidecek misiniz yoksa?

ÖĞRETMEN: (Ellerini açar yukarıya)  Nerde o günler? Allahım ne olur tayinimi inin cininin top oynadığı bir yere çıkar! Yalvarıyorum sana.

KAĞAN:  Futbolla bu kadar ilgilendiğinizi bilmiyorduk hocam. Ama ben bu takımları da ilk kez duydum. Yabancı takımlar galiba.

ÖĞRETMEN:  Yabancı yabancı… Çoook yabancı bu deyimler sizin kuşağa.

LEYLA:  Ben biliyorum bu KPDS’yi öğretmenim, annem de girecek, Fransızcadan.

MELEK: Kastamonu belediye başkanının Fransızca bilmesi mi gerekiyormuş? Mantıken yanlış. Kastamonuca bilmesi yeterli.

LEYLA:  Yok öyle bir şey Melek. Bu, devlet memurları için yabancı dil sınavı. Memurlar bu sınavdan yeterli puanı alırlarsa maaşlarında artma oluyor. (Öğretmene) Siz hangi dilden gireceksiniz hocam? İngilizce mi?

ÖĞRETMEN:  Hayır. İngilizceden geçen yıl girdim, olmadı.

KAĞAN:  Siz Fransızlara benziyorsunuz hocam, gırtlak yapınız uygun, herhalde Fransızcadan…

ÖĞRETMEN: Hayır, iki yıl önce Fransızcadan girdim, olmadı.

BURAK:  Almanca o zaman…

ÖĞRETMEN: Almancam fena değil, ama o da olmadı. Korece’den gireceğim bu yıl.

EMRE:  En kolay dil Korece mi yoksa?

ÖĞRETMEN:  Kolay sayılır, söz dizimi Türkçe gibi.

MELEK:  Madem dil seçimi serbest, ben olsam kuş dilini seçerdim. En kolay dil kuş dili.

ÖĞRETMEN:  O dil sayılmaz. Sınav kılavuzunda da öyle bir seçenek yok zaten.

MELEK:  Negedegen agamaga? Kuguş digiligi çogok gügüzegel.

KAĞAN:  Çügünkügü kuguş digiligi, kuguş begeyiginligileger igiçigin.

ÖĞRETMEN:  Susun artık! Haftaya bir sınav daha yapacağım haberiniz olsun. İyi hazırlanın.

(Melek’e döner) Tagamagam mıgı kıgızıgım?

 

  1. SAHNE

Ev ortamı

Emre

Babaanne

(Babaanne masadadır. Kitapların, kağıtların arasına gömülmüş ders çalışmakta. Emre kucağında kalın sınava hazırlık kitaplarıyla odaya girer. Bir eliyle de içinde hazırlık kitapları olduğu düşünülen çuvalı sürüklemektedir.)

EMRE:  Aaa babaanne masamı kapmışsın, ben çalışacaktım. Lütfen başka yere taşı onları. Bak, yeni sınava hazırlık kitaplarından aldım, çuval çuval satıyorlardı.

BABAANNE: Bulmaca çözmüyoruz burada herhalde, ben de sınava hazırlanıyorum.

EMRE:  Ne sınavı? Ben 30’uma gelince bütün sınavlardan kurtulacağımı düşünüyordum. Sen nerdeyse 3 x 30’sun babaanne.

Babaanne:  Ayıp ayıp Emreciğim. Kadınların yaşı söylenmez ve hatırlatılmaz.

EMRE:  Bana yalandan uzak dur diyen, her zaman doğruları söyle diyen sen değil misin babaanne?

BABAANNE:   O başka şey.

EMRE:  Peki dünyanın en genç, en güzel, en dinç…

BABAANNE:  En akıllı…

EMRE:  Evet, en akıllı babaannesi hangi sınava çalışıyormuş acaba?

BABAANNE:  MYS’ye hazırlanıyorum evladım.

EMRE:  Hiç duymadım bu sınavı babaanne, MYS’nin açılımı ne?

BABAANNE:  Mezara Yerleştirme Sınavı…

EMRE: (Şaşırmaz)  Hımm… Neyse ben de kaçırdığım bir sınav mı var acaba, dedim.

BABAANNE:  Ama sorular çok zor be evladım. Benim yerime sen girer misin?

EMRE:  Mezara mı?

BABAANNE: Allah korusun, bu genç yaşta mezara mı girilir! Sınava girer misin evladım? Onu demek istedim.

EMRE: Olur babaanneciğim, sınav tarihi ne zaman, benim TYGS ile çakışmazsa eğer…

BABAANNE: TYGS sınavı hangisi? Tövbe tövbe… Bunları kim açıyor, kim kapıyor Allah aşkına, her yıl on on beş tane…

EMRE: Toplumsal Yaşam Göstergesi Sınavı.

BABAANNE:  Ay sizi öldürüyorlar, sonra da hâlâ yaşayan biri var mı onu mu anlamaya çalışıyorlar? Henüz ölmeyen varsa onu da öldürelim diye olabilir mi?

EMRE:  Galiba öyle.

BABAANNE:  Boşver sen o sınavı, gitme, rapor al. Benim yerime sınava gir. Şöyle güzel bir mezar yeri kazanayım, ha evladım, ne dersin?

EMRE:  Peki bu MYS’ye giriş belgen geldi mi?

BABAANNE:  Geldi tabii, geldi…

(Babaanne kat kat giysilerini aramaya başlar. Olmadık yerleri gülünç biçimde arar. Çorap içi, saçlarının arası vs.)

EMRE:  Çok iyi saklamışsın babaanne?

BABAANNE:  Ne yapayım evladım. Annenle baban bu sınava girmemi istemiyorlar, bulurlarsa vallahi yırtıp atarlar.

EMRE:  Neden istemiyorlar? Bana sürekli baskı yapıyorlar ya her sınava girmem için…

BABAANNE:  Onlar KGİS’ye girmemi istiyorlar. Köye Gömülmek İsteyenler Sınavı. Oysa ben çağdaş bir babaanne olarak gökdelenleri gören bir şehir mezarlığına gömülmek istiyorum. Bıktım köyden, 70 yılım geçti oralarda.

EMRE:  Yaşın ortaya çıkıyor çağdaş babaanneciğim…

BABAANNE: (Belgeyi bulur.)  Hah işte, sınava giriş belgem bu. Seni biraz yaşlandırdık mı aynı ben olursun.

EMRE:  Biraz mı? Cinsiyet farkını nasıl kapatacağız babaanne?

BABAANNE:  Başını bağlar, belini bükeriz.

EMRE:  Tabii ağaç yaşken eğilir.

BABAANNE:  Zaten bana benziyorsun…

EMRE:  Tabii tabii, yan yana duralım, hangimiz torun, hangimiz nine hiç belli olmaz.

BABAANNE:  Kalın çoraplar, uzun bir pardösü… İşte hepsi bu. Bu sınavdan 100 almazsan hakkımı helal etmem ona göre.

 

  1. SAHNE

(Çok yaşlı 6 kişi sınav salonundadır. Bu roller, 1. sahnedeki öğrencilerin yaşlı rolüne bürünmesiyle gerçekleşebilir. Öğretmen yine 1. sahnedeki aynı öğretmendir.)

ÖĞRETMEN: Sevgili nineler, dedeler. MYS için biraz sonra süreniz başlayacak. Kimlik kontrolü için sınava giriş belgelerinizi ve kimliklerinizi sıranın üzerine koyunuz.

YAŞLI MELEK:  Kimin sırasına koyacağız öğretmen bey?

ÖĞRETMEN: (Şaşkın)  Bana birini hatırlattın teyzeciğim, acaba bu okulda okuyan bir torununuz var mı?

YAŞLI MELEK:  Tabii var, torunum bu okulda okuyor. Melek gibi kızdır, adı da Melek… Çok akıllıdır kuzum, çoook.

ÖĞRETMEN: (İmalı)  Ya evet çok akıllı bir kız. Size de çok benziyor.

YAŞLI MELEK:  Sizden sık sık söz eder. Cümleleri hep anlaşılmaz biçimde yoruma açık kuruyormuşsunuz. Şimdi hak verdim çocuğa. Kimlikleri sıranın üzerine koymamızı istediniz, ama kimin sırasına koyacağımız belli değil.

YAŞLI KAĞAN:  Babamın sırasına…

YAŞLI MELEK:  Babanız sağ mı? Maşallah maşallah, o da girdi mi bu sınava?

YAŞLI LEYLA:  Aaa. Gevezelik edip zamanımızı çalıyorsunuz? Teyze kendi sırana koyacaksın kimliklerini.

YAŞLI MELEK:  Benim bir tane kimliğim var, kimliklerim yok ki. Ayrıca sen kaç yaşındasın ki bana teyze diyorsun. Benden betersin ayol.

ÖĞRETMEN:  Aaa yeter artık teyzeler, sinirlerimi bozdunuz… Bu sınav için alacağım 60 lirayla psikiyatra gitsem muayene olamam. 200 lira muayene ücreti, haberiniz var mı sizin? Delirtmeyin beni!

YAŞLI SİNAN:  İnsan insanın kurdudur efendim.

ÖĞRETMEN:   Bu ne demek şimdi? Konuyla ne ilgisi var amca?

YAŞLI SİNAN:  Birbirimizi yiyerek yaşıyoruz demek istedim öğretmen bey. Yani beslenme zinciri.

ÖĞRETMEN:  Kim kimi yiyor efendim?

YAŞLI SİNAN:  Siz bizim yüzümüzden para alıyorsunuz. Biz sizin beyninizi yiyoruz, psikiyatr sizi yiyor, sonra ilaç yazıyor, eczacı yiyor, ilaç şirketleri para kazanıyor, işçiler fabrikada çalışıyor, onların çocukları okula gidiyor, kantinden gofret alıyor… Dallı budaklı bir beslenme zinciri…

YAŞLI EMRE: (Babaannesi rolünde)  Bizi de kurtlar yesin diye Mezara Yerleştirme Sınavı’na giriyoruz.

ÖĞRETMEN:  Yani sizin de öğrencilerimden hiç farkınız yok. Evet, hadi bakalım, kimlikleri kontrol edeceğim.

(Öğretmen, tek tek kimliklere bakmaya başlar. Emre tedirgindir. Eli ayağı heyecandan titrer.)

ÖĞRETMEN:  Sen neden titriyorsun nine?

YAŞLI EMRE: (Kekeler)  Hastayım ben evladım. Parkinson hastası.

(Yaşlı Emre el ayak titremelerini abartarak öğretmene gösterir.)

YAŞLI MELEK: (Leyla’ya)  Edison mu dedi? Ayol Edison ampulu bulan adam değil mi? Çoktan öldü o. Yalan söylüyor öğretmen bey, Edison değil o. Hem Edison erkekti.

YAŞLI LEYLA: (Melek’i çekiştirir.)  Edison demedi zaten, parkinson dedi.

YAŞLI MELEK:  Parkinson kim? Bu sınava Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları girebiliyor. Parkinson yabancı bir isim. Neden bizim ülkemizde mezar yeri kazanmaya çalışıyor? Komplo bu komplo! Çıkarın onu öğretmen bey. Hakkımızı yiyor.

ÖĞRETMEN:  Teyze susar mısın biraz?

YAŞLI EMRE:  Allah kimsenin başına vermesin, işte böyle titretiyor bu hastalık beni.

YAŞLI KAĞAN:  Acındırma kendini hanım? Hepimiz hastayız.

ÖĞRETMEN: (Kuşkulu)  Bu fotoğraf pek benzemiyor sana. Kadın olmasan tıpkı bizim Emre diyeceğim.

YAŞLI EMRE:  Ben onun babaannesiyim işte.

ÖĞRETMEN:  Gözlerin de pek parlak. Hiç yaşlı gözü gibi değil.

YAŞLI EMRE:  İlaç damlattım evladım, ondandır.

ÖĞRETMEN:  Ellerinde de hiç yaşlılık lekesi yok.

YAŞLI EMRE:  Her gün limonla siliyorum evladım.

ÖĞRETMEN:  Dişlerin de takma dişe hiç benzemiyor.

YAŞLI EMRE: (Sinirlenir.)  Sizi daha iyi ısırabilmek için öğretmen bey.

ÖĞRETMEN: (Anlamaz)  Efendim?

YAŞLI EMRE:  Eee şey… Yok yani kafam karıştı, ormandaki kırmızı şapkalı kızla karıştırdım sizi.

ÖĞRETMEN:  Ne ormanı teyze, ne kırmızı şapkalı kızı! Görmüyor musunuz beni, maşallah gözler parlak, ama, kafanın içi pek parlak değil anlaşılan.

YAŞLI SİNAN:  Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

ÖĞRETMEN:  Anlaşıldı sen boş kağıt verip dolu görmemi isteyeceksin sonunda.

(Öğretmen, diğer öğrencilerin de kimliklerini kontrol eder. Soru kitapçıklarını ve cevap kağıtlarını dağıtır.)

ÖĞRETMEN:  Evet, sınav başladı. Süreniz 15 dakika.

YAŞLI BURAK:  15 dakika mı? Bu kadar sürede bir soru bile çözemem ben.

YAŞLI LEYLA:  Süre 45 dakika değil mi? Kılavuzda öyle yazıyordu.

ÖĞRETMEN:  Burada kılavuz benim teyzeciğim. Daha eve gidip KPDS için hazırlanacağım. Korece öğreniyorum, kolay dil demişlerdi bana, ama hiç de öyle değilmiş.

YAŞLI BURAK:  Ben Kore savaşına gitmiştim evladım. Sınavdan sonra çalıştırayım seni. Ama saatine 200 isterim.

YAŞLI MELEK: (Leyla’ya)  Öğretmen saatini mi satıyormuş? Vah vah… Ne hale geldik, yoksulluk diz boyu. Öğretmenler bile kol saatlerini sattıklarına göre, durum çok vahim.

ÖĞRETMEN:  Dedeciğim, Korece artık çok değişmiş. Bildiğin gibi değil. Ben 1950’lerin diliyle sınava girersem, yalnızca madalya alırım herhalde.

YAŞLI BURAK:  Peki ne almak için giriyorsun sınava evladım? Biz eskiden yalnızca madalya alırdık. Savaşa madalya için giderdik. İşimizi yaparken onur madalyası hayal ederdik. Şimdi öyle mi ya…

ÖĞRETMEN:  Tabii ki dil tazminatı almak için. Para için para…

YAŞLI MELEK:  Biz bu sınavı kazanırsak size para mı verecekler? Şu saatinize ben de bakayım, hoşuma giderse 200’den fazla veririm. Kurmalı mı, antika saat mi? Takvimi var mı takvimi?

ÖĞRETMEN: Saat falan sattığım yok teyze… Sınav başladı. Hadi konuşmak yok, sağa sola bakmak yok, kalem, silgi alışverişi yok, yer değiştirmek yok, tuvalete gitmek yok, yok oğlu yok…

YAŞLI SİNAN: (Filozofça) Yokluk nedir ki? Yokluk var mıdır? Varlık yok mudur? Aslında hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan her şey dönüşerek yok olur. Geri dönüşüm bir yok oluştur, bu aynı zamanda bir varoluş anlamına gelir.

 

  1. SAHNE

(Büyükçe bir tabelada “KOPYA HAZIRLAMA MERKEZİ” yazar. Altında “Üye olmayan giremez.” vurgusu.

Birkaç sandalye, masa. Öğrenciler kopya hazırlamakla uğraşıyor.

Leyla, bir köşede mp3 çalarına ders kitabından bölümler okuyup kaydetmekte.

Kağan, büyükçe bir kol saatinin içine ince rulo kağıt yerleştirmekte.

Burak, kaleminin çevresine kopya kağıtlarını sarmakta.

Emre, plastik su şişesinin kağıdını özenle çıkarmaya çalışmakta.

Sinan, hesap makinesine veri girmeye uğraşmakta.

Melek, bacaklarına kopya kağıtlarını bantla yapıştırmakta.

Bu uğraşılar abartılarak gülünç durumlar yaratılabilir. )

 MELEK:  Keşke dört bacağım olsaydı. Bu konular için iki bacak az.

KAĞAN:  Hayvan olmaya razısın demek…

 MELEK:  Yaa, tarih sınavından geçer not almak, insanı insanlıktan çıkarıyor işte.

LEYLA:  İki de protez bacak bulsak sana.

 MELEK:  Olur mu dersin? Ama nerden bulacağız, üstelik pahalıdır da…

LEYLA:  Sinan ne yapıyorsun hesap makinesiyle? Tarih sınavına hesap makinesiyle mi hazırlanıyorsun?

SİNAN:  Bu bildiğin hesap makinelerinden değil. 400 karaktere kadar veri girebiliyorum. Kendimce şifre de oluşturdum.

BURAK:  Bizi de görürsün artık.

SİNAN:  Yardım etmek ya da etmemek işte bütün mesele bu! İnsan yardım eden hayvandır. Bak doğaya yardımlaşma var mı? Yok. Mantık olarak eğer ben insansam sana yardım etmem gerekir. Ama ben artık insanlıktan çıktığım için belki de yardım edemem.

 MELEK:  Hayvanlar da yardım ediyor birbirine. Bizim köpeğimiz öldüğünde yavrularını kedimiz emzirmişti.

SİNAN:  O başka şey…

 MELEK:  Aaa siz de her dediğime o başka şey diyorsunuz.

BURAK:  Neyse ben kendi kalemime sardığım kopyalarla yetinirim artık. Sinan yardım etmek yerine bir yığın lafla kafa şişirir. Hani kurda sormuşlar, “Neden ensen kalın?” diye. O da “Kendi kopyamı kendim çekiyorum da onun için.” demiş.

KAĞAN:  Sonunda doğruyu buldun Burak. Ben de bu saatin içinde ne varsa çıkardım, yerine kağıtlarımı koydum. (Burak’a gösterir.) İşte kurma kolunu çeviriyorsun yazılar nazlı nazlı akıyor.

EMRE:  Güzel fikir, ama bak benimki de şahane. Su şişesinin iç kısmını görüyor musun? Bak bak kağıdın arkasına bak. Çıkabilecek soruları bir güzel döşeyip yapıştırdım.

KAĞAN:  Muhteşem, hepimiz dahiyiz arkadaşlar.

LEYLA:  Ben de cevapları mp3 çalarıma kaydettim. Kulaklığımı saçlarımın arasından geçirdim mi, dünyada fark etmez hoca.

(Dışarıdan siren sesi gelir. Herkes korkuyla bir yerlere saklanır, siner.)

POLİS: (Dışarıdan)  Teslim olun! Etrafınız sarıldı!

 MELEK:  Savaş mı çıktı?

KAĞAN:  Kopyayla Savaş Derneği ihbar etmiş olabilir.

POLİS: (Dışarıdan)  Kalemleri, bütün kopya malzemelerini bırakın elinizden.

SİNAN: (Dışarıya bağırarak)  Yani geleceğimizi bırakmamızı mı istiyorsunuz bizden? Umudumuzu, yarınımızı alamazsınız elimizden.

POLİS: (Dışarıdan)  Laf ebeliği yapma!

 MELEK:  Laf ebeliği mi, o da ne demek? Sinan sen doğum mu yaptırıyorsun?

LEYLA:  Saçmalama kızım ya. Azıcık kitap okusan anlarsın bu deyimleri. En basit deyimlerde bile öküzün kulaklarını diktiği gibi kalakalıyorsun.

EMRE:  Öküzün kulaklarını diktiği diye bir deyim yoktur. Öküzün trene bakması vardır.

POLİS: (Dışarıdan)  Öküzün kulaklarını diktiği gibi dikilmeyin orada, kaldırın ellerinizi, içeri giriyoruz.

LEYLA:  Duydun mu, varmış öyle bir deyim.

(Polis elinde silahla içeri girer.)

POLİS:  Demek burada kopya hazırlıyordunuz. Ooo su şişeleri, bacağa sarılı kağıtlar, hesap makinesi, kopya ruloları… (Leyla’ya) Allah bilir sen de mp3 çalarına kaydetmişsindir.

LEYLA:  İyi de siz nerden biliyorsunuz? Burada gizli kamera mı var yoksa?

POLİS: (Gururla)  Eee insan sarrafı olduk bu meslekte, olsun o kadar.

 MELEK: (Korku ve telaşla)  Aaa, insan ticareti mi yapıyorsunuz? Organ mafyası mısınız? Benim böbreklerim hiç iyi çalışmaz vallahi. Hiç işinize yaramam ben, bırakın da gideyim.

BURAK: (Melek’i çeker.)  Saçmalama, insan sarrafı o anlama gelmez.

POLİS:  Burada sizi suçüstü yakaladık, hadi bakalım şimdi doğru karakola…

EMRE:  Ama burası zaten kopya hazırlama merkezi. Suç mu bu? Bakın tabelası bile var.

POLİS:  Evet suç, çünkü Sınavlar Genel Müdürlüğü’nden izin almamışsınız.

LEYLA:  Bunun için izin mi alınıyor?

POLİS:  Tabii onların bilgisi olmadan kopya mopya çekilemez. Ayrıca eğer bu kopyadan en az 200 kişi yararlanmayacaksa bu ağır suçtur! Oysa siz…

 MELEK: (Tek tek parmağıyla sayar.)  Bir… İki… üç… dört… beş… altı… Burada 200 kişi yok.

POLİS:  Evet. İşte bu yüzden şu andan itibaren tutuklusunuz.

EMRE:  Peki size taş atsak…

POLİS:  Ne demek istiyorsun?

LEYLA: (Çekiştirir.)  Deli misin Emre? Başımızı iyice belaya mı sokmak istiyorsun?

EMRE:  Hayır, tam tersi, bu durumdan sizinle birlikte kendimi de kurtarmak istiyorum. (Polis’e) Yani acaba taş atan çocuklar yasasından yararlanabilir miyiz?

POLİS:  Burada bir gösteri ve yürüyüş yok, üstelik elinizde taş da yok.

BURAK:  Ben hemen gider, sokaktan toplar gelirim.

POLİS:  Dalga geçmeyin! Hadi hadi yürüyün bakalım, karakola.

 

  1. SAHNE

(Polis Karakolu, komiserin odası. Komiser, masasında kalın çalışma kitaplarına gömülmüş durumdadır. Çocuklarla birlikte polis içeri girer. Komiser çok dalgındır onları fark etmez.)

POLİS: Bunları kopya hazırlarken yakaladık amirim.

KOMİSER: (İrkilerek ellerini havaya kaldırır.) Vallahi kopya hazırlamıyordum!

POLİS:  Sizi değil amirim, bu çocukları yakaladık.

KOMİSER: (Rahatlar ve üst perdeden konuşur.)  Beni yakalamak da ne demek? Zaten kopya çekmeyen birini neden yakalayasın? Her neyse… Hangi sınav için? KPSS mi, KPDS mi? YGS, DÇS, ALS, LGS mi, LYS mi? Hangisi?

 MELEK:  Hayır hayır başkomserim, biz o kadar büyük suç işlemedik.

KAĞAN:  Başkomser olduğunu nerden çıkardın? Polis terfilerine sen mi bakıyorsun?

 MELEK:  Masasında yığınla kitap olduğuna göre başkomserdir canım.

POLİS: (Kızarak)  Ne yani biz kitap okumuyor muyuz? Bunu mu demek istedin? Ayrıca başkomserim görevde yükselme sınavına hazırlandığı için okuyor. Zamanı gelince biz de okuruz inşallah o kitapları.

LEYLA:  Sınava hazırlandığına göre bize anlayışlı davranır değil mi? Ne de olsa kendisi de öğrenci sayılır.

KOMİSER:  Kendi aranızda konuşup durmayın. Hangi sınav için kopya hazırlıyordunuz bakalım?

BURAK:  Tarih sınavı… (Arkadaşlarına) Yoksa coğrafya mıydı? Hangisiydi ya?

KOMİSER:  Oğlum hangi sınav olduğunu bilmeden nasıl kopya hazırladın? Seni tamamen odundan mı imal ettiler yoksa kaplama mısın?

EMRE:  Bu kadar çok sınav üst üste yapılırsa tabii kafası karışır çocuğun.

KOMİSER: (Alaylı)  Haa, sen de hukuk fakültesi okumak istiyorsun anlaşılan. Eh madem öyle, şimdiden ceza yasalarını bizzat tecrübe etmende yarar var.

EMRE:  Demek artık bir başka insanın hakkını savunmak için insan olmak yetmiyor. Ayrıca avukat da olmak gerekiyor.

KOMİSER: (Polise)  Bu çocuğa dikkat, kesin bazı örgütlerle bağlantısı var. Yoksa bu kadar dikbaşlı cevap vermez.

POLİS:  Üzerlerini aradık komserim. Pek öyle örgüt bağlantıları yok. Yalnızca bu dik dik konuşandan Kedi Sevenler Derneği üyeliği çıktı.

KOMİSER:  Tamam o zaman satanistlerle bağlantısı vardır.

POLİS:  Ama komserim, satarnistler kedileri sevmezler ki…

KOMİSER:  Biliyorum biliyorum bana genel kültür dersi mi vereceksin bir de? Sen önce satanist demeyi öğren, satarnist ne demek?  

POLİS:  Özür dilerim amirim. Galiba o cümlede yüklemi de çoğul kullandım yanlışlıkla. Özne çoğul olunca şey ettim, sandım ki yüklem de çoğul olacak…

 MELEK:  Öyle olması gerek zaten! Özne çoğul insansa, yüklem de çoğul olur. Değil mi Leyla?

POLİS:  Ama satanistler çoğul olsa bile insan değil ki, hayvan sayılırlar. Hatta hayvandan da beterler, onun için yüklem tekil olmalıydı.

KOMİSER:  Aaa kesin be… Türkçe dersinde misiniz? Karakolda mısınız? (Polise) At hepsini nezarete.  Daha burada çözmem gereken binlerce soru var. Bir de sizinle kafamı alabora edemem. (Kendi kendine konuşur) Bu özne yüklem uyumundan soru gelir mi acaba? Özne insan ve çoğulsa yüklem çoğul olur. Özne insan değilse ve çoğulsa yüklem tekil olur . Saçlarım uzadılar, yanlış bir cümledir… Doğrusu “Saçlarım uzadı.”dır. Çünkü saçlarım insan değildir.

(Polis, çocukları önüne katar ve odadan çıkar.)

KOMİSER:  Üfff, ne zor bu sınavlar Allahım! Bu yaşta reva mı bana? Görevde azıcık yükselmek için dağ kadar kitaplar devirmek zorundayım.

 

  1. SAHNE

(Nezarette çocuklar bekleşir. Kağan omzunda ceket, elinde tespih volta atmaktadır.)

LEYLA:  Ne çabuk havaya girdin Kağan! Kırk yıllık koğuş ağası gibi oldun bir anda.

KAĞAN: Hep özlediğim şeydi bu, filmlerdeki koğuş ağalarına hep özenmişimdir.

LEYLA:  Daha cezaevinde değiliz canım, burası karakol.

KAĞAN:  Biliyoruz be, buradan da oraya yollayacaklar nasıl olsa. Benimki antrenman.

 MELEK:  Nasıl kurtulacağız biz buradan?

KAĞAN:  Tünel kazacağız meleğim.

 MELEK:  Tünel mi? Neden tünel kazalım durduk yerde?

BURAK:  Solucanlar hava alsın diye.

 MELEK:  Solucanlar hava alamıyor mu? Ay ne fena…  

EMRE:  Bence kaçmak doğru bir yol değil. Üstelik suçumuz ne, kaçarsak tam suçlu oluruz.

BURAK:  Suçumuz ne, ne demek? Kopya hazırlarken yakalandık ya.

EMRE:  Bu, okul disiplin suçudur, ceza yasasına göre suçlu değiliz bence. Şu okul bir bitsin, çekip gideceğim buralardan…

SİNAN:   

    Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.

    Bu şehir arkandan gelecektir.

    Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,

    aynı mahallede kocayacaksın;

    aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

    Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.

    Başka bir şey umma

EMRE: (Alaylı)  Şiir için sağol, içim açıldı.

KAĞAN:  Tek kurtuluş tünel, kazıp kurtulmak ve kendimize sınavsız bir hava sahası bulmak.

LEYLA:  Birincisi mümkün, ikincisi ı ıh… Ütopya

 MELEK:  Sınavsız hava sahası bulmak için nereye kadar kazmamız gerekecek?

EMRE:  Belki kutuplara kadar.

LEYLA:  Ben üşürüm oralarda.

SİNAN:  Hangisi daha soğuk? Sınavlar mı kutuplar mı?

BURAK:  Ben kutuplarda üşümem, sınavlar kanımı donduruyor çünkü.

EMRE:  Dünyanın en uzun tüneli olacaktır.

LEYLA:  Bize altın köstebek ödülü verirler artık.

SİNAN:  Sonu olmayan bir tünel… Çünkü sınavsız hava sahası yoktur!

POLİS: (Elinde soru klasörü ile içeri girer.)  Hey gençler! Hadi size bir müjdem var!

 MELEK:  Serbest miyiz?

SİNAN:  Okullar bir daha açılmamak üzere kapatıldı dersen asıl müjde budur!

BURAK:  Tünel haritası ve pusula mı getirdiniz yoksa?

EMRE: (Uyarı anlamında Burak’ın ayağını tekmeler.)  Kes sesini!

POLİS:  Sizi serbest bırakacağız, ama bir şartla…

 MELEK:  Ben bütün şartlara uyarım, dilek şart kipinin hikayesi ile çekim bile yapabilirim. Bakın hemen çekeyim. Sınavdan beş alsaydım, sınavdan beş alsaydın, sınavdan beş alsaydı, sınavdan beş alsaydık, sınavdan…(susturuluncaya kadar fiil çekimlerini sürdürecektir.)

POLİS:   Biri bu saçmalayan çekim makinesini susturabilir mi?

KAĞAN:  Kumandasını kaybettik komserim.

LEYLA:  Bu yalnızca polis memuru, komiser değil.

KAĞAN:  Olacaktır. Görevde yükselme sınavına girecek eninde sonunda.

POLİS:  Kafasına vurun susar.

(Burak, Melek’in kafasına vurunca Melek fiil çekimini bırakır.)

POLİS:  Size bir sınav uygulayacağız ve 50 puan alan buradan çıkacak.

BİR AĞIZDAN:  Sınav mı?

EMRE:  Burada kalalım daha iyi.

SİNAN:  Hangisi özgürlük? Sınavlarla dolu bir dünyaya çıkmak mı? Sınavsız bir tutukevinde yaşamak mı?

LEYLA:  O halde kararımız bellidir arkadaşlar. Biz bu sınava girmeyeceğiz. Biz dışarı çıkmak istemiyoruz. Biz kısaltmalarla adlandırılmış sınavlara girip ömrümüzü kısaltmak istemiyoruz.

(Gençlerin ses tonları gittikçe yükselecek ve slogana dönüşecektir.)

EMRE:  Sınavı reddediyoruz!

KAĞAN:  Tüm SS’leri silip atıyoruz.

 MELEK:  Çocukluğumuzu istiyoruz!

SİNAN:  Sınavsız hava sahası istiyoruz!

LEYLA:  Gençliğimizi istiyoruz!

BURAK:  Parkları istiyoruz!

 MELEK:  Sinemaları istiyoruz!

SİNAN:  Tiyatroları istiyoruz!

EMRE:  Meydanları istiyoruz!

BURAK:  Gecemizi ve gündüzümüzü istiyoruz!

EMRE:  Sınavsız hava sahası istiyoruz!

 

  1. SAHNE:

(Komiserin odası. Komiser yine ders çalışmaktadır. Polis memuru, elinde az önceki soru klasörü, odaya girer.)

POLİS:  Amirim bu çocuklar azıttılar. Hepsi anarşist gibi, terörist gibi slogan atmaya başladı.

KOMİSER:  Ne istiyorlar?

POLİS:  Serbest bırakmamız için girmeleri gereken sınavı reddediyorlar. İçeride kalacaklarmış.

KOMİSER:  Olur mu canım? Yanlış anlamışsındır. Kim tutuklu kalmak ister ki, buraya giren herkes dışarı çıkmak ister.

POLİS:  Evet, ama bunlar istemiyor amirim.

KOMİSER:  Eee ne yapacağız o zaman?

POLİS: (Seyirciye döner. Kendi kendine.)  Ne bileyim ben, o kadar kitabı yalayan yutan sensin. Cevabı yazmıyor mu kitaplarda?

KOMİSER: (Azarlayarak)  Ne konuşuyorsun kendi kendine?

POLİS:  En doğru kararı siz verirsiniz amirim. Ben ne diyebilirim ki?

KOMİSER: Şimdi bu çocuklar, serbestlik sınavına girip serbest kalamayacaklarına göre. Biz de sınavsız serbest bırakamayacağımıza göre…

POLİS:  Evet….

KOMİSER:  Bu sınavı yapmak şart!

POLİS:  Yine başa döndük. Sınava girmiyorlar amirim. Reddediyorlar.

KOMİSER:  Onlar girmesin.

POLİS:  Eee kim girecek?

KOMİSER:  Biz…

POLİS:  Biz mi, ama amirim biz tutuklu değiliz ki, biz görevliyiz.

KOMİSER:  Biz neyle görevliyiz?

POLİS:  Neyle mi? Eee… Şey… Kamu düzenini ve güvenliğini sağlamak…

KOMİSER:  Aferin. Şimdi biz bu çocuklar için kuralları uygulamazsak yarın, öbür gün sınavdan kaçan her çocuk, her genç karakola sığınacak ve çıkmak istemeyecek. Sınavdan böylece kurtulmaya çalışacak. Biz işimizi mi yapacağız, bebeleri mi avutacağız?

POLİS:  Haklısınız komserim, biz altısıyla baş edemiyoruz şurada.

KOMİSER: Hah! İşte, böyle bir sonuç elde etmemek için bu sınav yapılacak?

POLİS:  Ama yine başa döndük komserim. Sınava girmek istemiyorlar.

KOMİSER:  Onu anladık be adam. Onlar girmeyecek. Biz soruları geçer not alacak kadar yapacağız ve sınavı çocuklara uygulamış gibi kağıtları bakanlığa yollayacağız.

POLİS:  Böylece onlardan kurtulacağız. Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna…

KOMİSER: (Alaylı)  Maşallah, bayağı edebi söz de biliyorsun sen.

POLİS:  Eh, biz de kendi çapımızda edebiyatla ilgileniyoruz amirim.

KOMİSER:  İyi iyi, her neyse… İş bu kadar basit tamam mı? Abartmamak lazım, sonuçta cinayet işlemedi bu çocuklar. Soru kağıtları yanında mı?

(Polis memuru, elindeki  klasörden soru kağıtlarını çıkarır.)

POLİS:  Bunlar sorular, bunlar da cevap kağıtları amirim.

KOMİSER:  Hah, gel şöyle otur yanıma. Sen soruyu oku, ben cevaplayayım.

POLİS:  Tamam komiserim, okuyorum, 1. soru:

“Soyu tükenmekte olan bir hayvan, soyu tükenmekte olan bir bitkiyle besleniyorsa ne yapmalı?”

KOMİSER: (Ciddi ciddi düşünür kaşınır.)  Seçeneklerde ne diyor?

POLİS:    A) Soyu tükenen bitkiyi çoğaltırız, hayvan da yaşar…

KOMİSER:  Mantıklı, B ne diyor?

POLİS:  B, Hayvanı alternatif yiyeceklere yönlendiririz.

KOMİSER:  Mantıklı, C ne diyor?

POLİS:  Atın ölümü arpadan olsun.

KOMİSER:  Efendim? Amirinle dalga geçmeye utanmıyor musun?

POLİS:  Hayır komserim, vallahi C’de öyle yazıyor.

KOMİSER:  Ee… diğer seçenek?

POLİS:  Hepsi…

KOMİSER: Hepsi mi, bu nasıl seçenek kardeşim?

POLİS:  Amirim, bence hepsi diyelim, sınavlarda çoğu zaman doğru budur.

KOMİSER:  “Atın ölümü arpadan olsun.” seçeneği de doğru öyle mi?

POLİS:  Hepimiz ölümlüyüz komserim, kimse bu dünyaya kazık çakmaya gelmiyor.

KOMİSER: Orası öyle de bunun soyu tükenen hayvanla soyu tükenen bitkiyle ne ilgisi var.

POLİS: (Bilgiççe)  Biri hayvan, biri bitki işte, örnek vermiş bu şıkta komserim. Atın ölümü arpadan olsun. Yani at da ölecek, arpa da.

KOMİSER:  Deli saçması bu seçenekler. Çocuklar, sınavı reddetmekte haklı bence.  Ben de reddediyorum, git kendi başına çöz!

 

  1. SAHNE:

(Sahne ışıkları yandığında nezarethanenin boş olduğu görülür. Polis sahneye girer. Çocukları orada farz ederek yüzü seyirciye dönük konuşur.)

POLİS: Çocuklar, hadi yine iyisiniz. Soruların hepsini sizin yerinize cevapladım. Bakanlıktan serbest bırakılacağınıza dair yazı, yarın öbür gün gelir. Bu kıyağımı unutmazsınız artık… (Ses bekler.) İnsan bir teşekkür eder be, gıkınız çıkmıyor.

(Arkasına döner ve kimsenin olmadığını görür.)

POLİS:  Nerde bunlar? Nerdesiniz çocuklar? Kapıyı açık mı bıraktım acaba? Yoo, kilitliydi. Uçmuşlar… Ruh olup uçmuş bunlar.

(Sahne dışına seslenir.)

Amirim! Komserim! Çocuklar yok. Çocuklar kaçmış! Toz olmuşlar, bulut olmuşlar, toz bulutu olmuşlar. Üç harflilere karışmışlar… Çocuklar kaçmış komserim!

(Komiser telaşla, koşarak sahneye gelir.)

KOMİSER:  Ne var? Ne bağırıyorsun?

POLİS:  Gözaltındaki çocuklar kaçmış amirim!

KOMİSER: Nasıl kaçarlar canım! Koş, kapıdaki memura sor. Altı tane çocuğu çıkarken görmüştür mutlaka.

(Polis koşarak çıkar sahneden. Komiser sandalye altına, masa altına, saksı altına bakarak gülünç bir arama işi yapar.)

KOMİSER:  Sahiden burada kimse yok.

POLİS: (Koşarak sahneye girer.)  Hayır amirim, kapıdaki arkadaşlar, bir tane bile çocuğun çıktığını görmemişler. Kamera kayıtlarında da yok.)

KOMİSER:  Memur görmemiş, kamera görmemiş… Nasıl kaçtılar o zaman? Burada ne tünel var, ne pencere…

(Polis memuru da tıpkı komiser gibi olmadık eşyaların altına bakar. Arama sonunda masa üzerinde bir kağıt bulur. )

POLİS:  Buldum komserim!

KOMİSER:  Buldun mu? Ben niçin göremiyorum? Ya benim gözüme perde indi, ya da sen hayal görüyorsun.

POLİS:  Hayır amirim. Bakın bir mektup bırakmışlar.

(Polis memuru, mektubu komsere uzatır. Komiser, sahne önüne yaklaşarak mektubu yüksek sesle bildiri gibi okur.)

KOMİSER:

“Biz aşağıda imzası olan altı arkadaş, bu sınav dünyasından kaçmaya karar verdik.

Tünel aramayın, havalandırmaya bakmayın, tuvalet taşını boşuna kırmayın. Biz artık ulaşamayacağınız bir yerdeyiz. Çekin elinizi, gözünüzü ve sorularınızı üzerimden.

Eğilip içimizdeki boşluğa baktık ve okullardan, dersanelerden, özel öğretmenlerden saklanabilmiş bir parçacık umut bulduk. O umuda sarıldık. Bizi istediğimiz yere götürecek olan odur.

Biz artık gidiyoruz.

Biz artık hiçbir yerde, hiçbir biçimde, hiçbir sınava girmek istemiyoruz.

Biz ayaklarımızı, ellerimizi, yüzlerimizi, kalplerimizi hissetmek istiyoruz.

Biz roman okumak, şiir duymak, aşık olmak istiyoruz.

Biz gerçekten boş zaman istiyoruz.

Dersanelere verilen paralarla Türkiye’yi ve dünyayı gezmek istiyoruz.

Biz sınavsız hava sahası istiyoruz.

Havadaki sınav dumanı dağılıncaya ve gökyüzü temizleninceye kadar biz yokuz!

Bizi YOK eden sizsiniz. Kişiliğimizi sınavlarınızla yok ettiniz, arkadaşlarımızı rakip ettiniz. Birlikte yol almayı değil, öne geçmeyi öğütlediniz.

Ruhumuzu sınav kırbaçlarıyla körelttiniz.

Öyle bir gözlük taktınız ki gözümüze iyileştirmek yerine KÖR ettiniz.

Bizi sınav çarklarının içinde dişlilere ezdirdiniz. Kanımızla, etimizle yeni dersane binaları diktiniz.

Biz artık yokuz! Gidiyoruz!

Eğer bir gün dönersek sınavsız hava sahası istiyoruz.”

 

                                              SON

                      ALKIŞINIZ BOL OLSUN :) 

                          miyase sertbarut

Kategoriler