Miyase Sertbarut

Yılankale

       Mavisel Yener (Cumhuriyet Kitap 2010, 5 ağustos)             

           Çocukken, Şahmeran’ı önce anneannemin bakır tepsisindeki resimden, sonra da satırlardaki yolculuklarımdan tanıdım. O zamanlar efsanevi bir yaratık olan Şahmeran ben büyüdükçe kılık değiştirdi yüreğimde. Yaşar Kemal’in, Murathan Mungan’ın, Sennur Sezer’in dilinden okuduğumda yetişkindim artık. Şahmeran ne yılan, ne insandı; yalnız ve hüzünlüydü, ihanete uğramıştı. Şahmeran, ülkemdi belki de… Mezopotamya topraklarında doğmuş Şahmeran efsanesiyle ilgili kimsenin bilmediği bir gerçek (!) var ki, onu da Miyase Sertbarut, Yılankale adlı romanında fısıldadı kulağıma.

            Öncelikle Şahmeran efsanesini anımsayalım. Günümüzden binlerce yıl önce, yedi kat yerin dibindeki mağaralarda yaşayan yılanlar varmış. Meran adı verilen bu yılanlar, çok akıllı ve iyi yüreklilermiş. Arkadaşlığa, dostluğa, sevgiye değer vererek, barış içinde mutlu bir hayat sürerlermiş.  Meranların başında Şahmeran denilen eceleri varmış.  Genç ve güzel bir kadın olan Şahmeran hiç yaşlanmazmış.   Geçmişten günümüze kadar gelen bu efsaneye göre Şahmeran'la karşılaşan insanoğlu Camsab'mış. Yoksul bir ailenin oğlu olan Camsab, evinin geçimini arkadaşları ile odun satarak sağlarmış. Bir gün arkadaşları ile birlikte bir kuyu dolusu bal bulan Camsab, arkadaşlarının açgözlülüğü yüzünden kuyunun içindeki bal bitince kuyuda bırakılmış. Terk edilen genç cebindeki çakıyı kullanarak burada gördüğü bir deliği genişletmiş ve daha büyük bir yere geçmiş. Uyandığında etrafının yılan ve ejderhalarla dolu olduğunu görmüş. O sırada yarı insan yarı yılan olan Şahmeran yanına gelmiş ve konuşmuşlar. Camsab kendine yapılan ihaneti anlatmış. Camsab'ın anlattıklarını dinleyen Şahmeran onu kuyudan çıkaracağını söylemiş. Fakat gençten ömrü boyunca asla yerini söylemeyeceğine dair söz alan Şahmeran, ona yeterli miktarda dünyalık vererek genci kuyudan çıkarmış.

           Köyüne dönen Camsab, ülkesinin hasta hükümdarının iyileşebilmesi için Şahmeran'ın etinin önerildiğini duymuş ama ses çıkarmamış. Bir gün arkadaşları ile sohbet ederken Şahmeran'ı gördüğünü ağzından kaçırmış. Arkadaşları tarafından bu olay padişaha ulaştırılmış. Padişah Camsab'ı huzuruna çağırarak Şahmeran'ın yerini göstermesini istemiş. Fakat Camsab bir türlü Şahmeran'ın yerini söylememiş. Kendisine altınlar ve vezirlik unvanı verileceğini duyan Camsab Şahmeran'ın yerini vezire gösterivermiş. Vezir bazı sihirli kelimeleri söyleyerek Şahmeran'ı altın bir tepsi içinde kuyunun dışına çıkarmış. Vezir'in adamları Şahmeran'ı öldürüp onun etini hükümdara yedirmişler, hükümdar sağlığına kavuşmuş.

           Şahmeran'ın insanoğluna olan sadakati ve iyi niyetine karşılık gördüğü ihaneti anlatan efsanelerin farklı çeşitlemeleri olsa da, Yılankale’nin omurgasını oluşturan motif yukarıdaki efsaneden alınmış. Romanda Şahmeran efsanesine bir tuğla daha koyuluyor. “Ne efsanelerde ne hikâyelerde yer alan ve insanoğlunun bilmediği bir gerçek vardı: Şahmeran’ın yakalanmadan önce yer altında bıraktığı yumurta.”(s,7)

           Yılanlar, Şahmeran’ın bıraktığı o yumurtaya gözleri gibi bakarlar. Sıcaktan, soğuktan, taşlardan, yer altı kartallarından, definecilerden, arkeologlardan, yolunu şaşıran gezginlerden korurlar. Zamanı gelince yumurta çatlar ve Şahmeran’ın aynısı Yılankale topraklarının derinliklerinde, yumurtadan çıkar. Başına neler geldiğini bilmedikleri kraliçelerinin kopyasının doğmuş olması yılanları sevindirir. Bu gerçeğin bilinmemesi gerekir, çünkü insanoğlu dünyaya yeni bir Şahmeran’ın geldiğini öğrenirse tarih yeniden yaşanabilir. “Uğursuz bir ağız, onun etinin şifalı olduğunu ve ölümsüzlük vereceği söylentisini sağa sola yayardı. Birileri ne yapıp edip Şahmeran’ın kızını bulur ve şifa palavrası uğruna öldürürdü.” (s, 8)

           Şahmeran’ın yumurtasının çatladığı o günlerde, Adana’daki Sonsuzluk Pasajı’nda, Sahaf Sami bir kitap satar.  Sayfalar arasından çıkan harita,  defineci İhsan ve on iki yaşındaki yeğeni Mahir’i Yılankale’nin eteklerine götürecektir. Define haritasındaki Osmanlıca yazılar çift başlı kartal heykelinin gömülü olduğu yeri işaret eder. İflah olmaz defineci İhsan bu kartalı bulup ömür boyu onu rahat ettirecek serveti kazanacağını düşleyerek Adana’dan Ceyhan’a coşkuyla gider. Yardım etmesi için yeğeni Mahir’i yanına alırken ona yalan söylemiştir. “Bizim Sahaf Sami’nin arazisi varmış orada. Sami amcan geçenlerde dedesinden kalan bir mektup bulmuş. Mektuba göre orada gömülü altınlar varmış. Savaş zamanında düşman eline geçmesin diye gömmüş adamcağız.”(s,28) İhsan’ın bu yalanı ne kadar sürdürebildiğini tahmin etmek zor olmasa gerek! Çünkü Mahir, pek çok çocuk gibi sorgulayıcıdır.

           İhsan, define haritasında tarif edilen yerin, iki yaşlının yaşadığı bir kulübeye denk geldiğini görünce bu sorunu çözmekte gecikmez. Evi kiralayacak, böylece kazısını rahatça yapacaktır. Yaşlıların ona evi kiralaması için onlara yazar olduğunu ve sessiz bir ortamda çalışması gerektiğini söyler. Böylece, İhsan’ın söylediği yalanlara yenisi eklenmiş olur. Köydeki herkes Yılankale’ye bir yazarın geldiğini sanmaya başlar. Romanda, Mahir’in yanı sıra sorgulayıcı biri daha var: Çoban Ali. Çoban Ali bu yazarın kim olduğunu merak eder; hem bunu öğrenmek hem de yazılacak romana katkıda bulunmak için, bir daktilo yüklenerek köy evine yollanır. İhsan, aklına ilk gelen yazarın adını söyler “Ben Özdemir Asaf’ım” der. Çoban Ali’nin bu yazarı araştırabileceği aklına bile gelmez. İnsanoğlu’nun toprağı kazmaya başladığı haberi Şahmeran’ın kızının kulağına çoktan gitmiştir. Yılanlar bundan kaygı duysalar da, Şahmeran’ın kızı sabretmekten, öfkeye kapılmamaktan yanadır.

           Amca, yeğen define kazısını devam ettirirken, amca definenin yerini tespit etmek için akıl dışı yollara başvurur. İhsan’ın boş, batıl inançlara bel bağlaması mizahi bir dille anlatılır. İhsan defineye kavuşur mu, Şahmeran’ın kızı annesine insanoğlunun yaptıklarını öğrenir mi, yeryüzünü yılanlar basar mı, Mahir’in bulduğu gizemli saç teli kime ait, evrendeki en acımasız canlı kim? Bunların yanıtlarını merak ederek, sayfalardaki serüven dolu yolculuğumuz devam eder.

           Miyase Sertbarut, Türk çocuk yazınının yetkin bir kalemi. Miyase Sertbarut’un seyir defterinde neler olduğunu hep merak ederim. Tüm yapıtlarında olduğu gibi, Yılankale’de de okura heyecanlı bir okuma sunmuş. Kitabın sonunda ortaya çıkan bilimkurgu damarı bir yana, okurun ilgisini fantastik yazına ve efsanelere çekecek bir yapıt. Okuyanın pek çok alanda dağarcığını genişletecek bu romanda yazarın dilini göz ardı etmek haksızlık olur. Adana ve Ceyhan arasında yükselen Ceyhan Ovasına hâkim tepe üzerine kurulmuş, halk arasında “Şahmeran Kalesi” olarak da bilinen Yılankale’de geçen bu romanda, betimlemelerdeki etkili anlatımın rengi, sesi, kokusu unutulacak gibi değil. “Kale öyle bir tepeye kurulmuştu ki, insanda ister istemez bir saygı uyandırıyordu. Fiziksel bir gücü varmışçasına, her an b,r yerlerinden kollar uzanacak ve sizi alıp karanlık mahzenlerine kapatacak bir imparatora benziyordu.”(s,29)

           Sertbarut’un kaleminde, Ceyhan’ın toprağındaki, taşındaki, ağaçlarındaki kıpırtıların ve ince çığlıkların şifresi var. Yazar, doğduğu topraklara olan borcunu öderken yöreselden evrensele ulaşan bir ses yakalıyor Yılankale’de.  İnsanoğlunun kendine, doğaya karşı ne denli acımasız olduğu düşündürülürken, coğrafya ve tarihin romana yansıması çocuk okuru sıkmadan veriliyor. Bilimsel, akılcı düşünceden yoksun olan defineci İhsan’ın kimliğinde batıl inanışlar; asılsız rivayetler, asılsız inançlar, üfürükçülük sorgulanmış. “Bildiğim bir dua var. Bu duayı bir kâğıda yazıp horozun boynuna asacağız. Güneş doğmadan hayvanı buralarda dolaştıracağız. Horozun durup ötmeye başladığı noktayı da kazacağız. Çünkü define neredeyse orada ötecektir.”(s,89)

           Romanda gönderme yapılan iki yazar var: Yaşar Kemal ve Özdemir Asaf.  “Bilirsin değil mi bizim Yaşar Kemal’i. Buralıdır. Çukurovalıdır, hemşeriyiz. Hep bu toprakları anlatır, bir de güzel anlatır ki… Sanki dersin roman değil, gerçek.”(s, 53) Miyase Sertbarut okuru Yaşar Kemal okumalarına davet ederken hemşerisi olan yazarla olan bir başka ortak noktası da dikkatimizi çekiyor. Yaşar Kemal usta, nasıl ki, binlerce yıldan beri anlatılan efsaneleri yeniden yoğurup güncel olaylara yaklaştırdıysa, Miyase Sertbarut da bunu çocuk okurlar için yapmış.  Yılankale’nin merkezinde üç ana karakter var ama ufacık bir kazı yaptığımızda yan karakterlerin hepsinin metinde önemli görevler üstlendiğini fark ediyoruz. Romanda niçin başka biri değil de Özdemir Asaf anılmıştır? Okurlarını Asaf’ın güçlü soluğuyla tanışmaya göndermek istemiş olabilir Sertbarut. Belki de Şahmeran’ın gerçek yalnızlığı ile Asaf’ın “Yalnızlık Paylaşılmaz"da anlatmaya çalıştığı yalnızlık arasında görünmez bir bağ kurmak istemiştir.

           Özdemir Asaf’ın şiirlerinin bir bölümünde toplumla, yaşadığı çağla ve kendisiyle hesaplaşması gözlemlenir. Bu yaklaşımla bakılırsa Yılankale’de yaşananlar da bir çeşit hesaplaşmadır. İnsanoğlunun çelişkileri, aç gözlülüğü, kaçışları, umutsuzluğu, umudu,  kaygı, yalan ve ihanetleri sorgulanır kitapta.  Şahmeran’a yapılan ihanet, Yılankale’de çağdaş ihanetler olarak karşımıza çıkar. “İnsanoğlunun hem kendi soylarına hem başka soylara yaptıklarını yılanlar yapsaydı utançtan kıpkırmızı kesilirlerdi.” (s, 70) Doğaya, kültürel mirasa, insana, kendine ihanet! İnsanoğlu var olduğundan bu yana yeryüzünde ihanet vardır; peki, kesintisiz olarak kanayacak mıdır bu yara? Özdemir Asaf yukarıdaki dizelerinde “üç bin on beş”e götürüyor bizi, o yıllarda da ihanetler olacak mıdır ki?  “İnsan”ın kansız damarı olan kalleşlik üzerine çocukların düşünmesinin tam da zamanı!

 

ŞAHMERAN VE YILANKALE Yeliz Kızılarslan, iyikitap

Şahmeran efsanesi ‘bilimkurgu’ oldu!

Çocuk ve gençlik edebiyatının ödüllü yazarı Miyase Sertbarut, geçmişle bugünü buluşturan son romanı Yılankale’de, Çukurova’nın kadim öyküsü Şahmeran’ın insanlarla olan ölüm kalım mücadelesini dillendiriyor.

Gençler için kaleme aldığı romanlarıyla tanıdığımız usta yazar Miyase Sertbarut, son romanı Yılankale ile yeniden okurlarıyla buluşuyor. Çocuklara insan, tabiat ve hayvan sevgisi aşılamayı amaçlayan kitaplarında hayal gücüne yalın bir dille seslenmeyi tercih eden Miyase Sertbarut, Tudem Yayınları’nca yayımlanan ve 2004 Tudem Edebiyat Ödülleri Roman Yarışması’nda ikincilik ödülünü alan ilk gençlik romanı Sisin Sakladıkları ile hem okur kitlesini genişletmiş, hem de yeni edebi türlere yelken açmıştı.

Üniversite sınavlarına hazırlanırken, anne ve babası boşanma arifesinde olan İlay’ın, Kars yolculuğu sırasında yaşadığı heyecanlı macerayı fantastik bir dille anlatan Sisin Sakladıkları’nda Sertbarut, bilimkurgu türüne göz kırparak klonlama konusuna olan ilgisini ve gençlerin yaşadığı ergenlik sorunlarına karşı hissettiği duyarlığı açığa vurmuştu. İnsan neslinin ömrünü uzatmak için genleriyle oynanan kargaların çıldırarak insanlara saldırmasını engellemek isteyen İlay’ın, arkadaşı Fuat ve teyzesiyle kobay olmamak ve karga geni taşımamak için verdiği mücadele bir genç kızın büyüme serüveniyle paralel olarak anlatılıyordu.

2006 Tudem Edebiyat Ödülleri İlkgençlik Romanları Yarışması birincisi Kapiland’ın Kobayları romanında ise Sertbarut, günümüzde geçen distopik bir şiddet öyküsü anlatarak tastamam bilimkurgu türünü sevdiğini ilan etmişti. 7-17 yaş arasındaki çocuk ve gençleri şiddete yönelten bir virüsü yok etmek için piyasaya sürülen ‘anti-row’ adlı şurubun gençleri salt tüketime yönlendirmesini eleştirerek; gençlerin, ergenlik döneminde yaşadıkları fiziksel değişimlerin etkisiyle kapitalizmin harcama çılgınlığına nasıl müsriflik düzeyinde sürüklendiklerini anlatıyordu roman.

Şimdi ise, Yılankale’de, tarihi bir efsaneyi; Adana, Çukurova’nın kadim mitlerinden biri olan yılan-kadın Şahmeran’ın hüzünlü öyküsünü modern dünyada geçen bir öyküyle buluşturarak anlatıyor Miyase Sertbarut. Bu topraklarda yüzyıllardır kulaktan kulağa, dilden dile dolaşan yılan kraliçenin efsanesini, gizemli ve yine bilimkurgusal bir anlatımla kaleme alan Miyase Sertbarut’la, Yılankale ve yazın serüveni üstüne konuştuk.

Yılankale’de, Şahmeran efsanesini yeniden dillendirerek şiddete karşı bir tutam yılan saçı öneriyorsunuz. Bu fikir nasıl oluştu?

Bugün ne yazarsam yazayım, beni besleyen şey sanırım çocukluğum... Şahmeran çocukluğumun gizemli efsanelerinden biridir. Yılanlar, Şahmeran’ın insanlar tarafından öldürüldüğünü iyi ki bilmiyorlar, diye sevinirdim çocukken. Evet, şiddete karşı bir tutam yılan saçı öneriyorum! Günümüz genci bilime yönelsin, doğayı incelesin, laboratuarlarda sabahlasın, raporlar hazırlasın. İncelediği bir tutam saçın geçmişteki bir anneanneye mi, yoksa bir yılanlar kraliçesine mi ait olduğunu anlasın istiyorum. Bu, gençliği doğal olarak şiddetten uzaklaştıracaktır.

Efsaneyi farklı anlatımlarıyla derlemişsiniz romanınızda...

Efsane ve masallar, sözlü geleneğin içinde var olduğundan, değişik anlatımlarını duymak mümkün. Mardin’de başka türlü, Ceyhan’da başka türlü, evimizde başka, komşu evde başka türlü anlatılır. Okuyucu bu geleneği de fark etsin istedim. Ceyhan benim doğduğum yer. Ben eski güzelliğini ve kendi çocukluğumu da özlediğim için Yılankale kitabıyla biraz dolaşmak istedim o topraklarda. Yazarak zamanda yolculuk mümkün, kendi adıma bunu yaptım. 

Romanda, binlerce yıllık eski bir efsanenin sırrı neden günümüzde, Sonsuzluk Pasajı’ndaki Sahaf Sansar Sami’nin dükkânında bulunan Osmanlıca bir alfabe kitabındaki define haritasıyla çözülüyor?

Haritaları severim. Belki dünyaya kuşbakışı bakmamızı sağladıkları için. Yılankale romanında da bir harita kullanmak istedim ve harita eski olacağı için Osmanlıca olması doğaldı. Günümüz çocuğu Osmanlıca bilmiyor doğal olarak. Bunun Arap harfleriyle yazılmış Türkçe olduğunu bilgi olarak da aktarmak istedim.

Geçmişle bugünü, fantastik bir zamansal geçişle iç içe geçirme fikri neden doğdu peki?

Fantastik yazmak hoşuma gidiyor, daha özgür seçenekler sunuyor insana. Gerçeğin ve olabilirliğin katı duvarını fantazya kırabilir. Ama hiçbir kitabım bütünüyle fantastik değil benim. Her zaman yaşamın gerçeği, bu düşlemsel anlatımla yan yana ilerliyor. Yılanların kraliçesi hiçbir zaman yaşamamış olabilir, ama bu efsane yüzlerce yıl anlatıldı. Şahmeran sureti tepsilere nakışlandı, duvar halılarında yerini aldı. İnsanlar onun gerçekliğine inandılar. Ben de bunu yansıttım romanıma.

Şahmeran’ın romanda, insanlardan gizlenmeye karar vermesi, onun ezeli öldürülme korkusu ve ölümsüzlükle nasıl ilişkilendirilebilir? 

Ben Şahmeran’ın ölmesini istemeyenler tarafındayım. Bu ihanet, çocukluğumdan bu yana içimi acıtan bir sondur. İyilik yapmıştır ve sonucu kötülük olmuştur. Bu nedenle onu yaşatmak istedim. Onu yaşatacak şey de geride bıraktığı bir yumurta olabilirdi; kendine benzeyen, yarısı yılan, yarısı insan bir canlı. Belki de insanın içindeki iyi ve kötü ikilemini simgelediği için böyle bir canlı seçmiş olabilirim. Yaşayan tüm canlılarda olduğu gibi onda da ölüm korkusu var, ölümsüz olsa da. Bu korkuyu var eden şey, yaşama olan bağlılık sanırım. Yaşamayı sevenler, ölümden korkarlar.


Yazınsal sürecinizde bu romanın yerini nasıl değerlendirirsiniz?

Romanlar, öyküler yazmayı sürdüreceğim. Amacım geride iyi şeyler bırakmak ve yazarken de mutlu olmak. Her kitap tamamlandığında yeni bir kurguya başlamanın heyecanı kaplar içimi. Şimdi ne yazmalıyım? Aynı düzlemde gitmek istemem, Yılankale’de kullandığım Şahmeran efsanesi gibi, bir başka efsaneden yola çıkıp benzer bir kurgu oluşturmak benim için sıkıcı olur. Yılankale farklı bir tat oldu benim için, umarım okurlar için de öyle olur.

Romanda Yaşar Kemal’den bahsediyorsunuz. Genel olarak hangi romanlarıyla Yılankale ve Çukurova’yı bütünleştirebilirsiniz?

Yılankale’de halkın yazar deyince aklına gelen ilk isimlerden birini kullanmam gerekiyordu. Çukurova’da yaşayan insanların gururla andıkları önemli biri olmalıydı bu kişi ve Yaşar Kemal’den başkası olamazdı. Kitaplarını okumamış bile olsalar insanlar Yaşar Kemal’i bilir ve severler. Homeros gibidir. Bu romanı onun herhangi bir kitabıyla bütünleştiremem ama yapıtlarında sözlü edebiyat geleneğinden, mitolojiden bolca yararlanan biri olduğundan, Yılankale’de Şahmeran efsanesinden yararlanmam belki bir ortak noktadır.

İnsanoğlunun iyilik-kötülük, erdem ve ölümsüzlük arayışlarını sorgulayarak Şahmeran efsanesinin felsefesini de yapıyorsunuz...

Tarihin en eski yazılı destanı Gılgameş Destanı’nda bile sorgulanır ölümsüzlük. Bunlar, üzerinde düşünülmesi gereken kavramlar.  

Genetik bilimine de distopik bir biçimde değinerek aslında romanın sonunda şifa ve adalet kavramlarını, yasa ve bilimsellikle açıklayabilecek bir dünyanın peşindesiniz, değil mi?

George Orwell, 1984’te der ki, “Bilinçleninceye dek başkaldıramayacaklar, başkaldırmazlarsa da hiçbir zaman bilinçlenemeyecekler.” Ben çocuk ve gençlik edebiyatında doğrudan olmasa da, zaman zaman başkaldırı önermelerinde bulunurum ya da başkaldırıyı sempatik kılarım. Yılankale’yi veya Kapiland’ın Kobayları’nı yetişkinler için yazsaydım ortaya bütünüyle anarşist ve yıkıcı bir roman çıkardı. Yazıdaki bu arayışlarım, elbette başkaldırı ve yıkımın ardından daha adaletli, daha yaşanır bir toplumsal düzeni özlediğimdendir. Bundan sonra yazacaklarım distopik kurgular içerse de ütopya’yı asla yitirmek istemem.

Yılankale
Miyase Sertbarut
Tudem Yayınları / 127 sayfa

TUĞBA ALAYBEYOĞLU 2 Nisan 2015, http://kurmacabiyografiler.blogspot.com/

ORTAK MOTİF ŞAHMERAN

Yılankale Mezopotamya kültürünün ortak motifi Şahmeran'ın hikâyesini anlatan bir çocuk kitabı.
Yazarı Miyase Sertbarut, Tarsus varyantı üzerinden dillendirmiş efsaneyi. Kitabı okumayı bitirdiğinizde bir de bakıyorsunuz Şahmeran efsanesini, yöre halkının Şahmeran'ın yaşadığına dair inançlarını, efsanenin yaslandığı felsefeyi öğrenivermişsiniz.
Şahmeran, hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan yarısı yılan, yarısı insan bir varlıktır, yılanların Şahıdır.
Bir ihanet sonucu kendisini yerin yedi kat altında, Şahmeran'ın sarayında bulan Camsap yıllarca onlarla birlikte yaşar. Benzerlerinin yanına dönme isteğini daha fazla bastıramayınca yalvarır yakarır, Şahmeran'a. Evine döndüğünde Şahmeran'ın yeri hakkında tek kelime etmeyeceğine dair söz verir. Ancak bir kez ihanetle çizilmiştir yolu, istemese de Şahmeran'ı ele verir. Efsanenin sonunda Şahmeran yaptığı iyiliğe karşın ölür. Bu son, belli ki içine sinmez Miyase Sertbarut'un. Hiçbir varyantta olmayan bir ilaveyle çözüm yolunu bulur. Şahmeran, ölümünden önce bir yumurta bırakır ve Şahmeran'ın ruhunu taşıyan, yumurtadan çıkan kızı, yılanların yeni şahı olur. Bu defa daha temkinlidir Şahmeran, insanlarla yeniden karşılaşmamaya yeminli. Tarsus kenti yılanlar tarafından istila edilmediğine, insanlar hâlâ oralarda çiftçilik, hayvancılık yapabildiğine göre yılanların öfkesini kontrol eden bir Şahmeran yaşıyordur belki de, kim bilir...
Miyase Sertbarut'la Yılankale kitabı, Şahmeran efsanesi ve edebiyat üzerine konuştuk. 
 
 
50 kelimeyle bize kim olduğunuzu anlatabilir misiniz?

İşte bu 50 kelimeyi bulamadığım için yazmaya devam eden biriyim. Kendini yazarak arayan, bulduğunu sandığı şeyin bir süre sonra kendisi olmadığını anlayan, sözcüklere âşık, onlarla oynamayı seven, hayal ile gerçeği harmanlayan, hangisinin gerçek hangisinin hayal olduğunu çoğu zaman karıştıran biriyim. Daha somut şeyler isterseniz Çukurova'da doğmuş, ama çoğu zaman bozkır iklimlerinde bulunmuş  52 yaşında bir kadınım.
 
Tuna'nın Büyülü Gemisi ve Kırmızı Kartal adlı iki uzun öyküden oluşan dosyanızla 2003 Tudem Edebiyat Ödülleri Öykü birinciliğini kazandınız ve bu öyküler iki ayrı kitap halinde yayımlandı. Yazmaya başladığınız ilk andan, kazandığınız ödül ve dosyanızın kitaplaştırılmasına uzanan süreçte yazı öğretmenleriniz (size ilham veren metinler, yazarlar, yazı konusunda iyi tavsiyede bulunan dostlar) kim oldu?

Öncelikle Orhan Kemal'in romanları. Onun kısa cümleleri, yalın akan anlatımı, diyaloglarının inandırıcılığı. Sonra Mehmet Seyda. Onun da insanın iç dünyasında gezinmesi, ruhsal çözümlemeler yapması, karakterlerini derinlemesine işlemesi, kimi zaman onlarla dalga geçmesi beni hep etkiledi. Bazen kötü metinler de yol gösterdi, "Ben böyle yazmamalıyım," dedirtti. Yani çocukluğumda ilk etkisinde kaldığım masal olan "Sihirli Fasulyeler" den son zamanlarda beğeniyle okuduğum Cemil Kavukçu'nun TasmalıGüvercin'ine kadar tüm metinlerden farkında olmadan öğrendiğim çok şey var ve bu devam edecek.
 
Yılankale, Tudem Yayınları'ndan çıkan 12. kitabınız. Konusunu Mezopotamya halklarının ortak motifi Şahmeran'ın hikâyesinden alıyor. Şahmeran, Anadolu'da özellikle Mardin ve Tarsus yöresinde halk tarafından benimsenen, anlatılan, uğur ve bereket getirmesi için evlere resmi asılan sözlü halk kültürüne ait önemli bir motif. Şahmeran'ı bir çocuk kitabı kahramanı yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
 
Şahmeran efsanesini çocukken ilk dinlediğimde "İnsan denen varlık ne kadar vefasızmış, iyilik bilmezmiş" diye düşünmüştüm. Onun öldürülmüş olması hep sızlatır içimi. Yeniden doğmalıydı, daha akıllı, daha dikkatli  olmalıydı. Yılankale romanı bu hayalimi gerçekleştirmek için bir fırsat sundu bana. Efsaneyi yeni baştan yazamazdım, halkların hafızasında yer eden hikâyeyi değiştiremezdim ama neden kendisi gibi birini emanet etmemiş olsun bu topraklara? Bu fikirle insanların var olduğunu bilmedikleri o yılan yumurtasının Yılankale'nin derinliklerinde olduğunu hayal ettim. Günü geldi ve yumurta çatladı, içinden çıkan Şahmeran'ı kızıydı, annesinin bıraktığı yerden yaşamaya devam etti. Hem içimdeki sızıya bir teselli, hem çocukluğumun Şahmeran'ına bir vefa sunmak istedim belki.
 
Şahmeran'ın hikâyesini anlatırken Tarsus varyantını tercih etmiş, mekân olarak da Yılankale'yi seçmişsiniz. Bunun özel bir sebebi var mı?

Yılankale gerçek bir kale olarak benim doğduğum yerde, Ceyhan'da hükmünü sürmeye devam ediyor. Taşlar uzun ömürlü, efsaneler de öyle. Aralarında böyle bir benzerlik olsa da büyük bir de fark var. Taşları görür ve dokunabilirsin, ama efsane ağızdan ağıza, kulaktan kulağa biçim, renk, motif değiştirir. Efsanenin esnekliği ve taşınabilirliği ile kalenin hantallığı ve sabitliği ilginç göründü gözüme. Yörede Yılankale'ye Şahmeran kalesi diyenler de var. Bu kaleye iki üç kez çıktım. Belki ben de iz aradım, efsanenin izini... Bulamadım, gerçek bir yılanla bile karşılaşmadım orada. Gerçekte bulamadığım şeylerle yazarken karşılaşmak hoşuma gidiyor, çünkü yazdıklarımı başka bir düzlemde yaşıyormuş hissine kapılıyorum. Romandaki çocuklar benim bulamadığımı böylece buldular, Şahmeran'ın uzun siyah saçından bir tel. Yani çocuklarla birlikte hem o kalede gerçek adımlarla yeniden dolaşmış gibi oldum, hem de aradığımı buldum.
 
Çocuklar ve yetişkinler neden Yılankale'yi okumalı?

İnsanların okuma gerekçeleri o kadar farklı ki, hem bunu yazar olarak ben söylememeliyim. Bazen kapak hoşuna gider okuyucunun, bazen kitabın adı, bazen "şu sıralar okuyacak bir şey yok elimde" diye bile okunabilir bir kitap. Yılankale en çok beklenmedik sonu için okunmalı belki de.
 
Son olarak okur Miyase Sertbarut'u tanıyabilir miyiz? Kimleri okumayı sever? Teşekkür ederim.

Çok karışık bir okuma düzenim var. Daha doğrusu düzensiz ve plansız okurum. Hani Yılankale'de Sahaf Sami var ya, işte onun gibi ben de bazen kitap avcılığı yapar bitpazarlarında kitap yığınlarını karıştırırım. Oralarda eski, yeni, çok satan ya da keşfedilmemiş kitaplar vardır. İşte o yığınların başında kitap keşfetmeyi severim. Pek çok sevdiğim yazar var. Latife Tekin, Cemil Kavukçu, Hasan Ali Toptaş, Emrah Serbes, Hakan Günday, Şebnem İşigüzel, Johne Boyne, Neil Gaiman ve daha pek çok...

Söyleşi için ben de teşekkür ederim. Yılankale'de bir daha dolaşmamı sağladınız; kim bilir o hüzünlü Şahmeran da sevinmiş olabilir yeniden kendinden bahsedilmesine.
Kategoriler