Miyase Sertbarut

Çöp Plaza 1

Merhamet yorgunluğu yaratmadan…

İyi Kitap sayı: 38 Nisan 2012, Zarife Biliz

Yarattığı inandırıcı karakterlerle genç okurlarını kendine bağlamayı bilen Miyase Sertbarut’tan bambaşka bir roman: Çöp Plaza. Yazar bu kitabında ekmeğini çöpten çıkaranları, “en alttakileri” anlatıyor.

"'Ben yoksulluğu güzel anlatmak istedim,’ desem ne kadar vahim bir cümle çıkıyor ortaya görüyor musunuz?” diyor Miyase Sertbarut son kitabı Çöp Plaza  ’dan ve bu kitabı yazmanın kendisi için taşıdığı açmazlardan bahsederken. Genç okur onu 2004 Tudem Edebiyat Ödülleri Roman yarışması ikinciliğini alan Sisin Sakladıkları ile tanıdı. Ardından 2006 yılı Tudem Edebiyat Ödülleri İlkgençlik   Romanları yarışmasında birincilik kazanan Kapiland’ın Kobayları geldi. Bir Anadolu efsanesinden yola çıkarak kaleme aldığı Yılankale ve gençlerin kimlik sorunları ile empati konusunu ele aldığı Kimsin Sen’le okurlarının kalbine kurduğu tahtı sağlamlaştırdı. Sertbarut son kitabı Çöp Plaza  ’da çıtayı biraz daha yükseltiyor ve gençleri farklı bir empati sınavına davet ediyor.


Siz edebiyatın farklı türlerinde, farklı yaştaki okur gruplarına eserler veren bir yazarsınız. Çocuklara   ve gençlere romanlar, hikâyeler, masallar yazıyorsunuz. Çocuklara   yazmakla gençlere yazmak arasında ne gibi farklar var sizin açınızdan?

Kurmacanın dünyasına girdiğinizde aslında hiçbir şey   fark etmiyor, kurmaca kurmacadır. Yalnızca diliniz biraz değişir, hepsi bu. Gençler için yazıyorsanız çocuklara   yazdıklarınızdan daha sert olma şansı   yakalarsınız belki. Ama sonuçta hayatı anlatıyorsunuz, hayattan kesitler sunuyorsunuz. Okur olarak yaşımız kaç olursa olsun, hayat bizi algılayabildiğimiz ölçüde   ilgilendirir. Yazar olarak da durum farklı değil. Son yazdıklarımın daha çok   gençlere yönelik olması da sanırım o yaş grubunun dilini ve ruhunu sevmemden kaynaklanıyor.


Son yayımlanan kitabınız Çöp   Plaza bir açıdan bana diğer kitaplarınızdan farklı geldi. Daha önce  yayımlanmış olan kitaplarınızda, mesela Kapiland’ın Kobayları’nda, Kimsin Sen’de, keza Sisin Sakladıkları’nda kahramanlarınız hep orta sınıfa mensup, eğitimli, nispeten varsıl ailelerin çocuklarıydı. Ancak son çıkan kitabınız Çöp Plaza’da kaleminizi başka bir yöne çevirmiş ve çöp toplayan çocukların hayatına girmişsiniz. Hep “öteki” olarak görülen, hatta bir şekilde suçla bağdaştırılarak uzağından geçilen insanları yakınımıza getirmişsiniz. Öncelikle bu konuda neler söylemek istersiniz?

Çöp Plaza bambaşka bir roman oldu. Her kitabın ağırlığı, duygudaşlığı farklıdır, ama bu kitap benim için en fazla yakınlık kurduğum, iç döktüğüm anlatı oldu. Bir yanıyla çok gerçekçi, bir yanıyla çok hayalci, ben de öyleyim zaten. Bazen insan kolaya kaçabilir, hedef kitle belirleyebilir, yani oturup ergen problemlerini yazabilirsiniz, futbolu konu edinebilirsiniz, bir hayaletle yol alabilirsiniz, okunur ve sevilirsiniz de, çünkü çocuk ve gençlik edebiyatında “yaz kitabı” hafifliği çoğumuzun kolunu bacağını kaptırdığı bir tuzaktır. Çocuklar neden suya sabuna dokunan kitapları da okumasın ki? Bunları okuyunca anarşist mi olacaklar, melankolik mi olacaklar, depresyona mı girecekler? Hayır, yalnızca farkında olacaklar ve bir kitap okumuş olacaklar.


Yaklaşık bir buçuk yıldır kafa yorduğum, anlatmalıyım ama nasıl anlatmalıyım, dediğim bir durumun hikâyesi Çöp Plaza. Duygu sömürüsü yapmayacak, merhamet yorgunluğu uyandırmayacak, ama yoksulluğu edebiyatla görünür kılacaktım. Konuyu ilk çıtlattığım arkadaş, biraz alaylı yüzüme bakıp, “Sen Kemalettin Tuğcu mu olmak istiyorsun?” demişti. Yok demiştim, kastettiğin gibi değil, başka türlü bir “Kemalettin” olacak bu kitap. O başka türlüyü yakaladığıma inanıyorum.


Bir yazınızda “Kitaplarımda anlattığım her çocuğu yaşıyorum,” dediğinizi hatırlıyorum. Peki, çöp toplayan bu çocukların hayatına, algı dünyasına girmeyi nasıl başardınız? Mesela gidip yaşadıkları mahalleleri görmek, hayatlarına daha yakından bakmak, onları daha yakından tanımak ihtiyacı duydunuz mu? Daha bildiğimiz bir sosyal çevreye ait olan diğer kahramanlarınızı yaratırken hissettiğinizden farklı kaygılarınız oldu mu?

Evet, bu çocukları tanıyorum diyebilirim. Beş yıldır Ankara’nın çöp pazarlarında dolaşırım. Her türlü insan vardır, uçlar dünyasıdır. El Kaide sanıklarıyla ahbaplık edersiniz, bambaşka dostlar edinirsiniz. Bitpazarı demeye dilim varmıyor, çünkü daha alttaki bir dünyanın pazarıdır, tam anlamıyla çöp pazarıdır. Çocuklar da gelirler bir şeyler satmaya, babalarıyla ya da ağabeyleriyle. Ama zordur bu çocukları anlatmak, gerçekten zordur.


Yoksulluğu, edebiyatla anlatmak, savaş fotoğrafı çekmek gibidir. Bir çocuk öldürülürken yaptığı tek şey deklanşöre basmak olan fotoğraf sanatçısının kendi insanlığını sorgulamasına benzer. Ölümün fotoğrafı güzel değildir, ama “Savaşa Hayır!” dedirtmek için de savaş fotoğrafları çekilir.


Risklidir yoksulluğu anlatmak, çünkü yalnızca acıklı bir hikâye anlatmak değildi benim derdim. Bakın söylemesi bile zor. “Ben yoksulluğu güzel anlatmak istedim,” desem ne kadar vahim bir cümle çıkıyor ortaya, görüyor musunuz?


Gene aynı yazınızda “Bana benzeyen ve bana benzemeyen insanları anlattım, size benzeyen ve size benzemeyenleri… Yakınlaştırmak istedim ötedekileri, uzaktan bakmak istedim yakınımdakilere, daha iyi görebilmek ve gösterebilmek için,” diyorsunuz. Çöp Plaza’da böyle bir kaygının sonucu olarak mı çıktı ortaya? Her gün gördüğümüz, burnumuzun dibinde olan, ama gene de duygu, belki de düşünce evrenimizin çok uzağına düşen insanları yakına getirmek miydi amaç? Bunu yaparken amacınız neydi? Ya da hayaliniz mi demeli?

Bu romanda anlattığım üç çocuk, her hafta sonu çöp pazarında gördüğüm çocukların arasından çıktı. Onlara bir dünya yarattım, evlerinin içine gerçekten girmedim, ama onlar beni götürüp gezdirdiler o dünyada, en gizli duygularını paylaştılar, başkalarına söyleyemedikleri şeyleri söylediler. Bütün bunları yazar olarak ben yarattım, ama onlar bana pek çok ipucu verdi. Pazar yerlerindeki halleriyle, gözleriyle, ürkeklikleriyle, cesaretleriyle ipucu verdiler ve kendilerini yazdırdılar. “Bizi anlat!” diye bağırmadılar, ama hep fısıldadılar. Şimdi bu kitapla herkesin kulağına bir şeyler fısıldasınlar istiyorum. Çünkü yalnızca benim duymamın onlara bir yararı yok.


Aslında söyledikleriniz bir şekilde bizi empati konusuna getiriyor. Empati sizin için önemli bir konu. Kimsin Sen adlı romanınızda gençlerin kimlik kaygılarını konu edinmiş, onları empatinin, kendimizden farkı olanı anlayabilmenin önemi ve güçlükleri üzerine düşündürmüştünüz. Çöp Plaza’da da orta ya da üst sınıfa mensup çocuk ve gençleri, yani çocuk ve gençlik edebiyatının asıl alıcı kitlesini oluşturan okurları gene bir empati sınavına çağırıyorsunuz sanki…

Haklısınız, Çöp Plaza’da anlattığım çocuklar, kitap alıp okuyacak çocuklar değil. Ama onları göstermek gerektiğine inandım, bu kitabı okuyacak çocukları onların dünyasında yolculuğa çıkarmak istedim. “Bir köpek alalım mı anne?” diye soruyor ya Fırat, bunu annesine sormuş binlerce çocuk var okuyacak olanlar arasında. Kendi cümlesini, tamamen başka bir dünyaya ait bir çocuğun ağzından duymanın yaratacağı duygudaşlığı düşünsenize. Bu muhteşem bir şey olur, okurun “O da benim gibiymiş,” diyebilmesini sağlamak.


Sizin kitaplarınızda bireysel ya da toplumsal sorunların arkasında her zaman polisiye yönü olan bir macera akıyor. Kahramanlar da bu polisiye olayı çözmeye uğraşıyor. Çöp Plaza’da da benzer bir durum var. Aşırı korumalı yaşamdan dolayı bağışıklık sistemleri çöken zengin çocuklara, mikropla iç içe yaşayan, sağlıklı yoksul çocukların kanının yasadışı yollardan verilmesi üzerine macera başlıyor. Kurguya yönelik bu tercihiniz üzerinde konuşsak biraz. Okuru kitaba çekmek için illa böyle bir macera şart mı? Çocuk okur maceraları seviyor ama genç okur sanki daha fazlasını hazmedebilir gibi geliyor bana…

Gayet sevdim bu soruyu, hem de düşünmemi sağladınız. Macerayı seviyorum aslında, günlük hayatta yaşayamadığımız bir olayı kitaplar aracılığı ile yaşamak hoş bir oyun. Çöp Plaza çocuklarını bu yarı fantastik maceranın dışında tutup kendi gerçeklikleri içinde anlatmış olsam, belki edebi ağırlığı daha fazla olan bir yapıt ortaya çıkardı. Ama ne yazık ki daha az okunurdu. İstedim ki sonuna dek okunsun, çok çocuğa, çok gence ulaşsın. Macera, bu romanda benim için yalnızca araç oldu, amaç değil, çünkü asıl anlatmak istediğim, en alttaki çocuklar, çöplüğün çocukları! Macera olmadan belki empati de eksik kalırdı. Kahramanın yanında yer almamızı sağlayan şey, biraz da onun çözmekte zorlandığı entrikalar değil mi? Üstelik maceramıza metaforik açıdan da bakmak mümkün. Çünkü yoksulların çalınan kanı en tepedekilerin yaşamlarını sürdürmeleri için kullanılıyor. Bunun vahşi sömürüyü bir biçimde yansıttığını düşünüyorum.


Kitabın sonunda halk sağlığı bakanı bir pilot proje tasarlıyor ve mikrop alışverişini arttırma amacıyla yoksulları en zenginlerin gayet korumalı sitesine prefabrik yapılarla taşıyor. Bu noktadan sonra iki farklı son yazmışsınız romana. Biri idealist, biri daha gerçekçi olduğunu belirttiğiniz iki kısa son… Ama bu tür çelişki ve eşitsizliklerle yaşayan tüm toplumlarda böyle bir pilot proje bile, pek çok sebeple, gerçeklikten uzak bir durum aslında. Kitabın sonuna dair neler söylemek istersiniz?

Çöp Plaza aslında başından itibaren alabildiğine romantik, alabildiğine anarşist, alabildiğine gerçekçi, alabildiğine hayalci bir kitap! Sona yaklaşırken, ütopik bir şekilde, dediğiniz gibi hiç de gerçekçi olmayan bir sonla bitmeye eğilim gösterince, dur dedim kendime. Çark edip bu kez karşı-ütopyaya direksiyon kırdım. Ama okurun da kendi kendine tartışması için kurgu dışı bir iki cümleyi de paylaştım orada.


Romanda ilerlerken, bariyerli sitelerle ilgili pek çok makale okuyup, söyleşi dinledim. Türkiye’de öyle bir pilot proje henüz olmasa da bazı Avrupa ülkeleri bu ayrışmayı önleyebilmek adına farklı sosyal statüdeki insanları bir arada tutmak için uygulamış. Ama elbette bu kitaptaki gibi en diptekilerle en tepedekileri bir araya getirmek hayal ötesi bir durumdu.


Röportajın başında da belirtmiştim, Çöp Plaza diğer gençlik kitaplarınızdan farklı bir soluk taşıyor. Aynı soluğu başka kitaplara da taşımayı düşünüyor musunuz? Sırada nasıl projeler var gençler için kafanızda?

Her kitapta başka türlü şeyler yaşamayı seviyorum. Bu nedenle örneğin seri kitap yazamamak gibi bir sorunum var. Aynı kahramanlarla yola devam edemiyor gibiyim. Ama Kapiland’ın Kobayları için bir devam kitabı çıkacak gibi. Bir aşk romanı yazmaya başladım, ama klasik ve romantik bir aşk olmayacak. Öylesi çok sıkıcı olur! Çok proje var, artık hangisi kendini yazdırırsa.

O zaman son bir soru daha. Kimsin Sen’de karakterlerden biri ıslahevine düşüyordu. Kurgu gereği ıslahevi gerçeği kitapta çok uzun yer tutmuyordu, fakat gene de kitaba girmesi çarpıcı bir durumdu. Başka bir romanınızda acaba bu konuyu etraflıca işlemeyi düşünüyor musunuz diye merak etmiştim okurken… Ne dersiniz, gelecekteki kitaplarınızdan biri ıslahevlerini, oraya düşen çocukların gerçeğini anlatabilir mi?

Yazmak benim için kendimi iyileştirmek anlamına da geliyor ve sanırım bu nedenle çocuklar ve gençler için yazmayı yeğliyorum, çünkü umuttan söz edebiliyorum onlar için yazarken. Çöp Plaza’nın hüzünlü yoksulluğunu anlatmak hiç kolay olmadı. Şimdi bunun ardından, yeniden karanlığı yazmaktan, karanlıktaki çocukları yazmaktan ciddi anlamda korkuyorum. Bu nedenle ıslahevlerini anlatan bir kitaba yakın zamanda eğilemem sanırım. Çünkü umuda ihtiyacım var. Onları görmezden gelmek anlamına da gelebilir bu söylediklerim, ama onları yazmak, onları görmekten öte, onları yaşamak anlamına geliyor benim için. Hani çocuklar sorarlar hep, bu yazdıklarınızı yaşadınız mı, diye. Evet, hepsini yaşadım diyebilirim, çünkü yazarken başımdan geçmiş gibi inanıyorum kitabın kurmaca dünyasına.

EZBER BOZAN BİR “PLAZA”

Mavisel YENER

Bu bir vampir hikâyesi değil, ama kan emicilerin varlığını gösteriyor!

 Ezber bozan bir kitabın gölgesindeyiz bu sıcak yaz gününde. Hakkâri’den Ankara’ya gelmiş, geçimini çöp karıştırıp atık toplayarak sağlayan bir aileyle tanışıyoruz Çöp Plaza’da. Yaşadıkları mahallenin adı Gülova olsa da orada yaşayanlar “Çöp Plaza” takmış adını. Çabucak benimsenmiş bu isim. O insanlar yaz kış, adım adım kenti dolaşıp çöp karıştırıyor, yarı aç yarı tok yaşıyorlar. Mahalledeki çok çocuklu ana babalar şanslı sayıyorlar kendilerini. Çünkü ne kadar çok çocuk varsa o kadar işe yarar çöp toplayıcısı var. “Demir, plastik, kâğıt, cam… işe yarayabilecek ne varsa taşırlardı yuvalarına.”(s,37)

 Çöp Plaza’nın pek yakınındaki seçkin site “Elit City” romanın önemli mekânlarından. Orası, yalıtılmış, fanus içine alınmış bir yer. Sitede yaşayan “elit”ler çocuklarına temiz bir yaşam alanı sağlayabilmek için her türlü konforu oluşturmuşlar. Çocukların tüm gereksinimleri siteden çıkmadan giderilebiliyor. Ev, okul, berber, alışveriş merkezi, eğlence mekânları, oyun parkları sitenin içinde. Çocukların sağlıklı büyüyebilmesi için her şeyi yapıyorlar. Koruyucu aşılar uygulanıyor; ülkede bulunmayan hastalıkların aşıları bile, her olasılık düşünülerek, yapılıyor. En ufak bir hastalık görüldüğünde hemen önlem alınıyor. Belleri silahlı güvenlikçiler siteye yabancıları sokmuyor; sokak kedilerine, köpeklere karşı bile önlem alınmış. Seçkin sitelerin üstünden kuş uçmuyor. Çünkü binaların çatılarında kuşları rahatsız eden, yön şaşırtan özel cihazlar var. Çocuklar parktan veya okuldan geldikten sonra belki virüs taşıyordur diye bakıcılar tarafından özel duşa alınıyor sonra evin içine geçiyorlar.  Ancak, son altı aydır yapılan incelemeler sonucunda korkunç bir bulgu elde ediliyor. Çocukların bağışıklık sistemi artık devre dışı! Bu tehlikeli duruma çözüm olarak kan nakli gerekiyor. Sağlıklı bireylerden alınacak kan, hasta kan hücrelerini şaşırtacak ve yeniden canlandıracak türden olmalı. İyi de, onca kan nereden bulunacak? Çöp Plaza’nın her türlü virüs ve bakteriye dirençli olan çocuklarından olmasın sakın? Romanın bundan sonrasını okurken gerçek kan emicilerle yüzyüze gelecek, şaşıracaksınız.

Yazarın kurguyu mutlu sona bağlamasını gerçekçi, inandırıcı bulmamıştım doğrusu. Meğer erken karar vermişim.  “Roman böyle ilerlesin isterdiniz değil mi sevgili okurlar? Mutlu bitsin bir masal gibi…” tümceleriyle sıçradım yerimden. Okura büyük bir sürpriz yapılmış, romanın sonu yeniden yazılmıştı. Bir kez daha şapka çıkardım MiyaseSertbarut’un kurgu yeteneğine.

Gerekçeleri farklı olsa da, Gülova Mahallesi Elit City’den, Elit City de Gülova Mahallesi’nden hoşnut değil. Gölova’da yaşayanlar siteden atık toplayamamaktan şikâyetçi. Zaten onların çöp öğütme makineleri var, bu yüzden hiç atıkları yok.  Çöp toplayamadıkları bu siteyi “işe yaramaz” buluyorlar. Korunaklı sitede oturanlar mahalleden pis koku yayıldığından, köpek havlamalarından, horozlardan, kışın yanan sobalardan şikâyetçi. O mahallenin kaldırılması için ellerinden geleni yapmaya hazırlar. Zaten, Elit City’nin sakinleri arasında yargıçlar, vali, polis müdürleri, belediye başkanı, başbakan, emekli generaller var. Herkes güçlü komşusu olsun istiyor. Böylece kendilerini daha yıkılmaz, daha yüce, daha ulaşılmaz hissediyorlar.

Ailenin küçük oğlu Fırat, hafta sonları babasıyla birlikte bitpazarına gitmeyi seviyor. Oradan bir liraya aldığı büyüteci, çöplerden bulduğu büyüteçlerin yanına koyunca seviniyor. Büyüteç roman boyunca bir eğretileme olarak kullanılmış, sonuç bölümünde de farklı bir işlevi yerine getirmiş. Evin kızı Feride de kurbağa bibloları koleksiyonu yapıyor. Bunları biriktirmesi rastlantısal değil elbet. Bazen gizli gizli öpüyor onları, belki prens olurlar kim bilir…

Kitap, çerçöp içinde eşinen bu çocukların/ insanların hakları konusunda düşündürürken köyden kente göç sorununu da başarıyla işlemiş. “Keyfimizden gelmedik buralara. Köy mü bıraktılar, hayvan mı bıraktılar, ev mi bıraktılar… Açlık belasına geldik buralara.”(s,13) Ailenin çocuklarının çıkmazını birkaç tümceyle bakın nasıl özetliyor yazar: “Çalışmak daha iyi, liseye gidince ne olacaktı? Ha ne olacaktı? Hiiiç… Ya pazarcılık yapacağım ya güvenlikçi olacağım? Pazarcı olacaksam liseye gitmeme gerek var mı?”(s,14)

Sömürü düzeni, çocuk okurlara yalın bir dille anlatılmış. Çöp toplayanları sömürenlerden biri de toptancılar. “Toptancılar üçkâğıtçıydı. Gram gram toplanan kâğıtları, plastikleri eksik tartıyor, eksik para veriyor ya da sonra veririm diyerek vermiyorlardı.”(s, 51) Sömürü düzenine dâhil olanlara “Vampir” benzetmesi yapılıyor. “Bak şimdi, hurda depolarının sahipleri var mesela. Sonra şehrin çöplüğünü satın alan şirket var, bize çöp hırsızı deyip zabıtayı peşimize takan belediye başkanları var. Bunların hepsi vampir.”(s,62) Kitaptaki eleştirel bakış medyaya da yöneltiliyor. Gazetecilerin, Elit City’ye yaklaşamazken yoksulların kapısız avlularına babalarının bağı gibi dalıp izinsiz çekim yapmaları çarpıcı bir dille anlatılmış. “Çocukları yanyana dizip kendi senaryolarına, kendi mizansenlerine göre çekimler yaptılar. Murat flaş patlatıp duran gazetecilere eliyle ayıp bir işaret yapmasına rağmen aldırışsız devam ettiler işlerine.”(s,143)

Sağlık sistemi, kentsel dönüşüm sistemi ve adalet sisteminin yanısıra eğitim sistemi de sorgulanıyor satır arasında. “Bizler sorgusuz sualsiz kabullenen taraftayız. Biraz kafası çalışan herkes başına geleni sorgulamaz mı?” sorusuna minik Murat’ın yanıtı çarpıcı: “Soru yok! Soru yok! Okulda bize böyle öğrettiler.”(s, 80)

MiyaseSertbarut, İyi Kitap dergisinde Zarife Biliz’le yaptığı söyleşide ne güzel özetlemiş: “Çöp Plaza aslında başından itibaren alabildiğine romantik, alabildiğine anarşist, alabildiğine gerçekçi, alabildiğine hayalci bir kitap!”

“Vampir insan”lara hiçbir zaman bu romanda olduğu denli yakından bakmamıştım. Daha önce onlarla ilgili çok şey okudum. Ama ilk kez onları gerçekten tanıdığımı hissediyorum. Çocuklar heyecanlı, yarı fantastik bir roman okurken gerçekler karşısında sarsılacaklar. Çocuklarını fanuslarda büyüten aileler okutmasınlar!

*Çöp Plaza, MiyaseSertbarut, Tudem Yayınları, 152s, 2012, 10+

ÇÖP PLAZA NEREDE? 

(Ayfer Gürdal Ünal, Dünya Kitap Eki, 4 Mayıs 2012)

Bu ay iki ilginç ve güzel roman yayımlandı. Buharı üstündeyken tanıtmak istedim.

İlki Miyase Sertbarut’un Tudem’den çıkan son romanı Çöp Plaza. Sertbarut, verimli bir çocuk edebiyatçımız. 24 romanın yanı sıra yazdığı radyo oyunlarının sayısı 11’e ulaşmış. Ödüllerinin sayısı onyedi olmuş. Çöp Plaza’da merhamet yorgunluğu yaratmadan, duygu sömürüsü yapmadan yoksulluğu edebiyat yolu ile görünür kılmayı amaçlayan yazar, kanımca amacına ulaşmış.

Türkiye İstatistik Kurumu Araştırmaları, yaklaşık 13 milyon yoksulumuzun olduğunu belirtir. Yoksulluk en başta çocukları vurur. Önce fiziksel gelişimlerini, sonra onurlarını, hayallerini, eğitim görme haklarını alır ellerinden. Kurda, kuşa, soysuza, uğursuza, namussuza yem olabilir düzeye getirtir. Çöp karıştırtır. Çöpten çıkan tek taşı dökülmüş, mavi tokayı başa taktırtır da o tek taşı düşmüş tokaya bile sevindirtir. Asıl ismi Gülova Mahallesi olan ancak Çöp Plaza olarak bilinen semtin gerçekleri böyledir. Ya Çöp Plaza’nın hemen yanıbaşında yer alan Elit City’nin gerçekleri. Bu gerçekleri ve arasındaki tezadı gözünüzle görmek istiyorsanız size yeni açılışı yapılan yabancı isimli kulelerin arka eteklerinde dolaşmanızı öneririm. Bu sadece bir örnek. Bu örneklerden İstanbul da çok var. Çöp Plaza ‘da yaşananları yazar Orhan Kemal misali kamera dolaştırır gibi yansıtmış. Olanları yansıtırken de toplumsal eleştirilerini de yapmış. Başkasının istenmeyen eşyalarını giyen ve bu eşyaların kendine özgü kokusu üstlerine sinen öğrencilerle dolu bir sınıfın öğretmeni iki kilometre ötedeki mis kokan Elit City okulunun sınıfında olmayı düşler; düş kurmaktan kendi okulundaki çocukların neden pis koktuğunu, neden kirli olduklarını düşünmez.

 Sonra çocuklar. Hep arka kapılarda dolaşan çocuklar. Yazar şöyle anlatmış bu çocukları:

“ Adım adım dolaşıyorlardı kenti. Demir, plastik, kâğıt, cam... İşe yarayabilecek ne varsa taşırlardı yuvalarına. Sokakların yanı sıra market arkası, lokanta arkası, alışveriş merkezi arkası onlarındı. Ön kapılar, ön girişler, ön bahçeler bu çocukları sevmezdi. Sevilmediklerini bilen çocuklar, nefret etmeyi de böyle böyle öğrendiler.” (s.37)

 Çöp Plaza çocukları her türlü mikrobun içinde dolaşa dolaşa güçlü bir bağışıklık sistemi oluştururlar. İşte bu bağışıklık sistemi romanın gerilim unsurunu oluşturur. Elit Plaza çocuklarında olmayan bir şey, güçlü bağışıklık sistemi Çöp Plaza’nın çocuklarında bulunmaktadır. Mikroplardan fazlasıyla korunan, kuş gribine yakalanırlarsa diye çatılara kuşsavar, yön şaşırtır aygıtlar dizilen Elit Plaza çocukları bu fazla korunmanın sonucu çok incinebilir konuma gelmişlerdir. Bağışıklık sistemleri çökmüştür. Tehlike büyüktür.

 Romanın çatışma noktasını Elit Plaza çocuklarını tedavi etmek için Çöp Plaza çocuklarından aşı olacaksınız bahanesi ile gizlice toplanan kan oluşturur. Elit Plaza’ daki gözüne para hırsı bürümüş doktor vampir gibi Çöp Plaza çocuklarının güçlü kanına dadanmıştır. Ancak, ettiği Hipokrat yeminini parayı görünce unutanlar nasıl varsa, ideallerini ilk günkü saflığı ile korumasını beceren doktorlar da vardır. Sertbarut, ikili karşıtlıklardan yararlanmış anlatısında. Elit City ‘ye karşı Çöp Plaza, paragöz klinik şefi ve başhekime karşı idealist Doktor Metin. Yozlaşmayı bireysel planda tutmuş, sağlık bakanlığı ile emniyeti yozlaşmadan uzak koruyucu kurumlar olarak yansıtmış. Ancak tüm bu sömürünün nasıl varsılı daha güçlü kıldığını yoksulu nasıl ezdiğini ve esas sorunun bu uçurumdan kaynaklandığını çok güzel sezdirmiş. Roman bir dedektif romanı heyecanı içinde gelişip sonlanıyor.

Bir musibet olumlu bir sonuca yol açabilir mi? Elit City içine yoksul Çöp Plaza yaşayanları için ev yapılsa, iki mahalle birlikte yaşasa, çocuklar birbirleriyle yaşayıp, birbirlerinden güç alsalar, renk alsalar, imkânsız mümkün olur mu? Böyle bir komşuluğa hem varsıllar hem yoksullar acaba önyargısız yaklaşabilir mi? Yazar kendi yanıtını vermiş romanın sonunda.

Ben yanıtı söyleyip, okuma keyfini bozmayacağım. Eğer gerilim düzeyi yüksek, pırıl pırıl Türkçe ile sunulmuş, az bilinen bir dünyaya süzülmek, çöp toplayan çocuklarla duygudaşlık kurmak böylece farklı olana yaklaşmak isterseniz Çöp Plaza iyi bir okuma seçimi. Eğer varsıl bir aile yapısından geliyorsanız, yoksullarla ilişkinizi yeniden düşünmek için de iyi bir seçim bu kitap.

Yazarın dediği gibi, “Çünkü dünya hepimiz için dönüyor. Beslenme zincirinin son halkasındaki insan, birbirini yemeye devam ederse mutsuzluk ve yoksulluk iyileşemeyen bir yara olarak kalacak yeryüzünde. Oysa kan kardeşi değil miyiz birbirimizin?” (s.150)

Ayfer Gürdal Ünal

Yoksulluğu edebiyatla görünür kılmak…  
Burhanettin Düzçay
 
Miyase Sertbarut Çöp Plaza’da, hem en alttaki yoksulların, ekmeğini çöpten çıkaranların dünyasını gösteriyor bize; hem de steril plazalarda, elit sitelerde her şeye sahip ama doğayı yitirmiş en üsttekilerin dünyasını. Yazar sadece yoksulluğu anlatmıyor, zenginliğin verdiği gücün ahlakını da sorguluyor.
 
Miyase Sertbarut’un son kitabı Çöp Plaza, daha adından farklı bir kitapla karşı karşıya olduğumuzu hissettiriyor. Hepimizi şaşırtan, alışılmamış bir bağdaştırmayla karşı karşıyayız. Tabii ki burada terfi eden “çöp”. Yoksa dilimizde çok fazla evveliyatı olmayan “plaza” sözcüğünün (modern, Avrupai, seçkin, temiz, randevusuz girilmez, yakınından geçilmez, kapısında güvenlik, iş hanlarının sidik kokan koridorlarına karşılık tuvaletleri gül bahçesi kokan, dışardan içi görülmez yüksek binalar…)  “çöp”le ne ilgisi olabilir ki?

Yazar bu iki sözcükten hareketle iki ayrı dünyayı büyüteç altına alıyor. Biri, sadece çöpleri karıştırırlarken farkına vardığımız insanların oluşturduğu, yoksulluğun en dibi diyebileceğimiz bir dünya; diğeri, seçkin yaşamın, zenginliğin, dünya nimetlerinin tümüne sahip olmanın gönenci içindeki bir dünya.

Ama ortaya çıkan tablo, bu ayrı dünyalar arasındaki karşıtlığı vurgulamaktan çok daha fazlasını sunuyor.

Bu dünyaların varoluş (felsefi anlamda değil, sözcüğün gerçek anlamıyla) sorunlarını ortaya koyuyor. Coğrafi olarak komşu, ama yaşam biçimleri olarak kutuplar kadar uzak bu dünyalar varlıklarını sürdürebilmek için birbirlerine muhtaç.

Fırat ve ailesi, tüm Gülova Mahallesi (içinde yaşayanların verdiği adla “Çöp Plaza”) sakinleri gibi yaşamlarını çöpleri karıştırarak sürdürmektedir. Aç kalmamaları için zenginler daha çok tüketmeli, daha çok şey kullanıp atmalıdır.

GÜCÜN AHLAKI

“Elit Site” sakinleri ise kurdukları kusursuz dünyada ölümsüzlüğe yaklaştıklarını sanmaktadırlar; kuşlara, böceklere bile kapattıkları dünyalarıyla doğaya adeta meydan okurlar. Ancak doğallıktan uzaklaşmanın faturası ağır olur. Çocukların bağışıklık sistemi çökmüştür: “Çabucak yoruluyordu çocuklar. Gözleri eskisi gibi parlamıyordu. Dudakları soluk, saçları en iyi şampuanlara rağmen donuktu. Dokunduklarında, yanaklarını öptüklerinde sanki soğuk bir laboratuvar tüpünü öpmüş gibi oluyorlardı. Çözüm; Gülova Mahallesi’ndeki sağlıklı çocukların kanları sinsice çalınarak Elit Sitesi çocuklarına aktarılacaktır. Bu andan itibaren sadece yoksulluk anlatılmakla kalmaz, zenginliğin, seçkinliğin verdiği gücün ahlakı da sorgulanır.

Küreselleşen, küreselleştikçe zenginleştiği söylenen, milyar dolarların havada uçuştuğu yeni dünya düzeninin ne menem bir şey olduğunu, bu zenginleşmeden yoksulların payına düşenin ne olduğunu sorgulamak Miyase Sertbarut için yeni bir şey değil. Sisin Sakladıkları’nda insan ömrünü uzatmak adına insanları kobay olarak kullanan bilim ahlakına; Kapiland’ın Kobayları’nda daha çok kâr hırsıyla gençleri GDO’lu yiyeceklerle daha fazla tüketmeye yönlendiren kapitalist ahlaka neşter vurmuştu.

“Büyüteç tutmak”tan söz etmişken, büyütecin romanda önemli bir yeri olduğunu da belirtelim. Büyüteç, küçük kahramanlarımız Çöp Plazalı Fırat ve Elit Siteli Berk aracılıyla olay örgüsü içinde kendine önemli bir yer buluyor. Fırat, çöpte bulunmuş büyüteçlerden koleksiyon yapar. Kanlarının izini sürmek için gizlice girdiği Elit Site’de tanıştığı Berk’in de en pahalısından büyüteçleri vardır. Ve iki küçük çocuk için büyüteç, oyunla karışık gerçeğin izini sürmenin tek silahıdır… Aynı zamanda büyüteç, Fırat’ın gelecek düşlerinin bir metaforudur. Fırat, bir bilim adamı olacak, mikropları inceleyecektir.

Çöp Plaza’nın su gibi akan bir kurgusu var. Miyase Sertbarut, sanatçı duyarlılığı ve sezgisiyle yoksulluğu her an soluduğumuz bir atmosfer haline getiriyor, fakat duygu sömürüsüne asla düşmüyor. Gelir dağılımındaki adaletsizliği, kapitalist etiği, sistemin sorunlarını sorguluyor, sorgulatıyor ama didaktik cümleler kurmuyor. Elinize aldığınızda, bir polisiye hikâyenin hızlı temposu içinde bitmesin diyerek, bitirmeden bırakamayacağınız bir kitap Çöp Plaza.

 

Burhanettin DÜZÇAY   İyi Kitap sayı: 39
Kategoriler